Rahmetli meslek büyüklerimizden Hasan Pulur, zaman zaman köşesini bir kaç fıkra ile kapatırdı. Bugün ben de onu taklit edeceğim. Kimi zaman bir fıkra yüz sayfa yazıya bedel oluyor. Haziranın ikinci günü ciddi konuları bir yana bırakıp birkaç fıkra ile kısadan hisse çıkaralım istedim.

***

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu dogmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye baslar.

Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır.

Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır.

Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur.

Anne odaya yönelir... Ve odada beslediği beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.

Einstein’ in bir sözü vardır;

“İnsanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor.”

***

Ali 3. sınıfa giden zeki bir çocuktur.

Bir gün öğretmeni Ali'ye 'Siyaset' nedir diye sorar. Ali düşünür ama o çocuk aklıyla cevap veremez. Eve gider kitaplara bakar ama hiçbir şey anlayamaz. O da babasına sormaya karar verir.

-Baba, Siyaset nedir ?  Baba düşünür. Ali’ye uygun bir yolla anlatmak ister:

-Bu evde parayı getiren kim oğlum?

-Sen...

-Ben kapitalist rejimim.

-Peki, parayı alıp bizim yiyecek içecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımızı karşılayan kim?

-Annem...

-O da hükümet.

-Peki, küçük kardeşinle kim ilgileniyor?

-Dadım...

-Dadın işçi, kardeşin gelecek, sen de halksın o zaman.

Ali her şeyi not alır ve uyur.

Gece garip seslerle uyanır.

Bir de bakar ki kardeşi ağlıyor.

Yanına gidince altına pislediğini anlar.

Hemen annesini kaldırmaya gider.

Ama ne yaparsa yapsın anne kalkmaz.

Bu arada salondan gelen sesleri merak eder ve salona gider.

Babasıyla dadısını uygunsuz yakalayan Alinin ağzından aynen şu kelimeler dökülür:

-Kapitalist rejim işçiyi sömürüyor, hükümet uyuyor, gelecek bok içinde, halk ne yapsın?

***

Yıl 2050. AB Komisyon Başkanı odasında otururken, yardımcısı içeriye heyecanla girer:

- Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB'ye alacak mıyız?

AB Başkanı:

- Yok canım, henüz olmaz. Git, duyur, tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçeyi yasaklıyorum.

- Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?

- O zaman söyle Kıbrıs'ı versinler..

- Efendim onu da 40 sene önce verdiler zaten...

- O zaman söyle Güneydoğu'ya özerklik versinler.

- Aman efendim, Türkiye'de Güneydoğu mu kaldı, 2020'de bağımsız devlet oldu ya orası zaten.

- O zaman söyle (sözde) Ermeni soykırımını tanısınlar.

- Efendim, sadece Ermeni soykırımı değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus, Ukrayna, Moldova soykırımını bile tanıdılar, hatta Çanakkale savaşından dolayı İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda soykırımını bile tanıdılar ya.. Nasıl unuttunuz.

- Hmm o zaman söyle kokoreç yasaklansın

- Aman efendim, onu yemeği 2008'de bıraktılar

- İsa aşkına, ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın, yakamasınlar.

- Ooooo Beyefendi. Hatırlayacaksınız. Cumhuriyeti el birliğiyle yıkınca toplu kına yaktılar. Kına bu sarfiyata dayanamayıp bitince de kına yakmayı bıraktılar yıllar önce.

AB Başkanı düşünüp taşınır ve;

-Eee almamak için bir sebebimiz kalmadıysa dağıtın o zaman Avrupa Birliğini…