Ferrahi’yi anlatmaya dün kaldığım yerden devam edeyim. Verem diye dayısı eve almayınca Ferrahi çaresiz Ceyhan’a gitmiş. Eski tanıdığı aracılığıyla bir iş bulmuş. Dört yıl kadar yani Ferahî yirmi dört yaşına ulaşıncaya kadar burada çalışmış. 

O yıl, ufak ufak saz çalmaya başlamış.  Ceyhan'daki Şevket Eser'in saz evine devam etmiş. İşten ayrılmış, âşıklar arasına karışmış.

Artık, ''Neyleyim serveti, neyleyim malı /  Şimdi bir serseri Ferrahî'yim ben'' diyormuş.

Çok geçmeden adı sanı Âşık Ferahî olarak duyulmayı başlamış. Sazı da sözü de dinlenir âşık olmuş.

Bir düğün günü, Adana'nın Kürkçüler Köyü'nde bir akraba kızı görmüş beğenmiş. Bir süre sonra da kaçırarak evlenmiş. Biri kız, ikisi erkek üç çocuğu olmuş.  Kızına, kimine göre sevgilisinin, kimine göre annesinin adından dolayı, Emine adını koymuş. 

İkinci çocuğu oğluna babasının adını (Mustafa), son çocuğuna ise, Konya Âşıklar Bayramı'nda tanıştığı Fevzi Halıcı'nın isteği üzerine, Mevlana'nın Türbesi yakınında mezarı bulunan Konya'lı şair Şemî'in adını vermiş. 

1960 yılında dayısından kalan toprakları satan Ferahi, Adana’nın Sinan Paşa mahallesinde bir sazcı dükkânı açmış. Adana, İzmir, İstanbul radyolarında programlara davet edilmiş. Türküleri dilden dile söylenmeye başlamış.

Allah güldürmezse, kul ne yapsın. Ferrahî’nin askerdeyken ortaya çıkan hastalığı günden güne ilerlemiş. Zaman zaman büyük ıstıraplar çekiyor ve Tanrı’ya yalvarıyormuş:

''Der Ferrahî takat kalmadı bende

Her türlü yareler açıldı tende

Yarab bu derdimin dermanı sende

Bu derdime çare çare Allah'ım''

Bir başka şiirinde ise şöyle derdini dizelerine döküyordu:

.............

Der Ferrahi kime diyem halimi

Konuşurken sakat ettin dilimi

Yara açtın göğsüme büktün belimi

Vücudumu delik delik eyledin

Çaresizlikler içindeki Ferahî, kızı Emine’ye beş yaşındayken bir yandan okuyup yazmasını, bir yandan da türkü söylemesini öğretiyormuş. 967 yılında bir âşık için dertlerin en büyüğü gelip bulmuş Ferrahî’yi: Gırtlak Veremi...

Artık o, çalıp söyleyen, konuşan, minarelerden ezan okuyan bir Ferrahî değilmiş.  Sessiz ve işaretlerle konuşan bir halk ozanıymış.

Yine de pes etmemiş: Türkülerini kendisi çalmış, Emine okumuş. İlden ile, kasabadan kasabaya, köyden köye böylece dolaşır olmuşlar, ekmeklerini çıkarmışlar.

1967 yılında yapılan Konya Âşıklar Bayramı'nda, Ferrahi şu türküyü çalmış kızı da okumuştu:  

Ela gözlü nazlı yari

Görem dedim göremedim

Boş kalmıştır kavil yeri

Varam dedim varamadım.

Gönlümün gülü nerede

Engeller durmaz arada

Emine‘yle ben murada

Erem dedim, eremedim.

Şeker kaymak tatlı dili

Kınalamış nazik eli

Koynundaki gonca gülü

Derem dedim, deremedim.

Şahinim yok çıkam ava

Ne yaptımsa aldım hava

Kular gibi ben bir yuva

Kuram dedim kuramadım.

Gel derdini bana anlat

Ben kimlere edem minnet

Dediler ki, bağın cennet

Girem dedim, giremedim.

Mehmet Ali asıl adım

Ferrahî‘yi pirle kodum

Gurbet elden dönem dedim

Duram dedim, duramadım...

Bu türkü ona, Türkü Dalında Mihri Hatun, ödülünü kazandırmış. 1968'de ise yine kızıyla beraber türkü dalında Köroğlu birincilik ödülünü almaya hak kazanmış. 

Hastalığı giderek artmış. Son günlerinde, ziyarete gelen arkadaşlarıyla helalleşmiş.

Âşık Ferrahî halk şiirimizde (Hüzün) şairi olarak yer alacaktır. Hiçbir şekilde yemek yiyemeyen ve tuzsuz ekmekten aldığı birkaç lokma ile karnını doyuran Ozan bir deri bir kemik kalmış, onun bu hali duyarlığını daha da artırmıştı.

Şiirlerinde hep bu mahrumiyetin kahrını işlemişti. Yine de öfkelenmeden içindeki ruh haletini dile getirmişti. Onun için talihsizlik normal bir yaşama tarzıydı. Bu eksiklik ve yetersizlik onu güzel şiirler yazmaya itmişti.

Çıkarttın alları kara bağladın

Yüreğini aşk oduna dağladın

Bir yar için on beş sene ağladın

Ey Ferrahî gül dedim de, gülmedin.

Âşık Ferrahî kalabalık bir aile topluluğunu geçindirmek zorundaydı. Bu, nedenle özellikle Adana, Urfa, Erzurum, Kars dolaylarında geziler yapmış ve Ozanlığının getirdiği üç beş kuruşla geçimini güçlükle sağlayabilmişti.

Fakat halini hiç kimseye anlatmaz, maddi sıkıntılarını gizlerdi. Türkiye Âşıklar Bayramında düzenlenen ziyafetlerde bulunup hiç yemek yiyememesi onun kadar orada bulunan tüm Saz Şairi arkadaşlarını da duygulandırır ve üzerdi. ...

 “Acıların çocuğu Ferahi, kırk beş yaşındayken onlarca türküyü halk türküleri repertuarına bırakarak 22 Nisan 1969 günü öldü.

Ve yıllar geçti Türkülerle Yaşamak programında Âşık Ferrahi’yi anlatacaktım. Yapımcı Recep Ergül’e kızı Emine’den söz ettim. Sevgili Recep günlerce araştırdı ve sonucu bana bildirdi:

“Ağabey, Emine’de babasının hastalığına yakalanmış ve ölmüş.”

Değerli sanatçı, araştırmacı yazar Halil Atılgan’ın halk edebiyatımıza ve müziğimize yaptığı hizmetlerin en hayırlılarından biri Ferrahî’nin eserlerini toplaması ve hazırladığı kapsamlı kitabıyla ölümsüz kılmasıdır.