Siyasette yıllardır söylenen bir söz var; takım tutar gibi parti tutmayın…

Ülkemiz maalesef daha da uç noktaya savruldu. Keşke en azından takım tutar gibi parti tutabilsek!

Küme düşen bir takımın teknik direktörünü, başkanını, futbolcularını savunan taraftar gördünüz mü?

Bırakın ligden düşmeyi, şampiyonluğun kaçmasını; iki maç kaybedilse teknik direktör istifa diye sloganlar yükselmez mi?

Yanlış yapan teknik direktörü, başkanı, iyi oynamayan futbolcuyu alkışlayan taraftar bulamazsınız…

Siyasette ise her şey maalesef tam tersi…

Kendi partisinde, kendi tarafında ise ne yaptığına, ne söylediğine bakmadan, iyi mi kötü mü ayırt etmeden sonuna kadar savunuyor…

Söylenen doğru mu yanlış mı, yapılan iyi mi kötü mü maalesef görmezden geliniyor.

Bir yerden emir almış gibi kendi tarafında, kendi partisinde gördüğünü cansiperane savunuyor…

İşin hazin tarafı, kendi yandaşı veya partisinden olan, dün söylediğinin tam tersini bugün söylese veya yapsa yine hararetle savunuluyor.

Hiç kimse dün öyle söylemiştin, bugün niye böyle konuşuyorsun diye sormuyor, zaten kimse ne söylediğine, ne yaptığına bakmıyor ki…

Önemli olan kimin söylediği…

İlkeler, sözler, doğrular, yanlışlar; kişilere, partilere indirildi…

Maalesef doğru yanlış, güzel çirkin, hak hukuk diye bir ayırım kalmadı…

Her şeye mahalle kavgası gibi bakıyoruz, aman bizim çocuklar yeter ki dayak yemesin, bıçak, silah, balta ne varsa kullanabilirler…

Karşı taraftan kadın, çocuk, yaşlı demeden doğransa da sorun yok…

Huzur, adalet, hak hukuk, ahlâk hiç önemli değil, yeter ki bizim çocuklar kazansın mantığındayız…

Öfke, kin ve intikam kafasıyla, toplumu bölerek, ayrıştırarak hiçbir yere varamayız.

Önemli olan huzuru sağlamak, güzele, iyi olana ulaşmak ise hak hukuk ve adaleti tesis etmeli, doğruları savunmalıyız…

Herkes kurallara uymalı, kendisi gibi düşünmeyeni sevmese de en azından saygı duymalı…

Sevgiyi unuttuk, saygıyı ortadan kaldırdık, hak hukuk, adaleti sadece işimize gelince hatırladık…

Sonra da bu toplum, bu gençlik nereye gidiyor diye dert yanıyoruz…

Önce aynaya bakalım…

Biz nereye gidiyoruz?

*****

Sakat tilkiye özenmek

Adam, ormanda dolaşırken, çalıların arasında bir tilki görmüş. Lakin bu tilkinin dört ayağı da sakatmış.

Adam, bu tilki böyle nasıl yaşıyor diye merak etmiş. Başlamış izlemeye...

Birden çalıların arasından ağzında bir tavukla bir aslan çıkıp gelmiş. Aslan tavuğun yarısını tilkiye vermiş, diğer yarısını kendi yemiş ve çekip gitmiş.

Adam bu mucize karşısında donmuş kalmış…

Allah’ım demiş, sen kullarını nasıl da koruyup kolluyorsun. Ben de sana teslim oluyor ve kendimi sana bırakıyorum…

Ve gitmiş bir ağacın altına oturmuş, beklemeye başlamış.

Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş hiçbir şey olmamış. Adam açlıktan ölecek...

Ellerini açmış ve göğe seslenmiş:

“Allah’ım beni görmüyor musun?”

Hikâye bu ya… Gökten bir ses gelmiş: “Görüyorum... Görüyorum da şaşırıyorum...
Neden sakat tilkiyi taklit ettin de, o yiğit aslanı taklit etmedin?

*****

TEBESSÜM

Kitapçı kız

Kitap satan bir kız, sevgilisinin geldiğini gördü, bu sırada babası da yanında duruyordu.

Kız sevgilisine, “Alman yazar Yorg Daniel’in ‘Baban evde mi?’ kitabını almaya geldin galiba?”

Arkadaşı, “Hayır, ben İngiliz yazar Tomas Munis’in ‘Seni nerede görebilirim?’ kitabını almaya gelmiştim.”

Kız; “O kitap yok ama ABD’li yazar Patrice Olfer’in ‘Elma ağaçlarının altında’ kitabını önerebilirim.”

Arkadaşı; “Çok güzel! Belçikalı yazar Jean Barner’in ‘5 dakika sonra ararım’ kitabını yarın getirebilir misin?”

Kız; “Memnuniyetle. Ayrıca Fransız yazar Mishel Daniel’in ‘Asla yalnız bırakmam’ kitabını da öneririm.”

Bu konuşmadan sonra babası; “Bunca kitap çok değil mi? Bunların hepsini okuyor mu?”

Kız; “Evet baba, o çok zeki çocuk, hepsini okur.”

Benim çok güzel ve sevimli kızım, öyleyse ona Hollandalı yazar Frank Martinis’in ‘Ben geri zekâlı değilim’ kitabını da öner, onu da okusun. Ayrıca sen de oku.”

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Öyle bir devir gelecek ki; mal cimrilerin, kılıç korkakların, kalem cahillerin elinde olacak.

Hz. Ali (RA)