Size bir şiir okusam ve desem ki:

".............

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,

Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hâtırada kalan şey değişmez zamanla,

Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Pek çoğunuz bu şiirin Ahmet Muhip Dranas'ın olduğunu söylersiniz. Geride bıraktığımız 1908 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul'da Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Üst düzey bürokratik görevler yaptı. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekselde çağdaşlığı yakalayan şiirler yazdı. Şiirleri, çağrışım gücü yüksek; yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmazdı. "Serenad" sevdiğim şiirlerden beri. birçok programda okudum.

Yeşil pencerenden bir gül at bana,

Işıklarla dolsun kalbimin içi.

Geldim işte mevsim gibi kapına

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak

Ben aşkımla bahar getirdim sana;

Tozlu yollarından geçtiğim uzak

İklimden şarkılar getirdim sana.

Şeffaf damlalarla titreyen, ağır

Koncanın altında bükülmüş her sak.

Seninçin dallardan süzülen ıtır,

Seninçin karanfil, yasemin zambak...

Bir kuş sesi gelir dudaklarından;

Gözlerin, gönlümde açan nergisler.

Düşen öpüşlerdir dudaklarından

Mor akasyalarda ürperen seher.

Pencerenden bir gül attığın zaman

Işıkla dolacak kalbimin içi.

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ

Ahmet Muhip, tiyatrolarında da şairane bir üslûp kullandı. Şiirsel anlatımın yarattığı dünyanın yanında, Şiirin zaman zaman tiyatronun önüne geçtiği, dramatik anlatımı sekteye uğrattığı söylenebilir.

Gölgeler ve Çıkmaz oyunlarının büyük bir kısmında kahramanlarını şiirle konuşturdu. Örneğin, Baba ile Oğul'un sevgili üzerine tartışmalarında Oğul adeta şiir okumaktaydı:

"Sen benim aşkımın aynasında ölümsüz güzelliksin / Aşkın bir taç gibi ruhumu süslüyor" Dıranas, şair kimliğini, sözcüklere şairce bakışını oyunda gösterir ve Oğul'a taç kelimesinin yerine bahar'ı getirmesinin daha uygun olacağını da söyletir.

İkinci Perde'nin başında Kız'ın Anne'ye söyledikleri de şiir gibidir:

"Olmadı, olmadı / Ve bitti / Beynime asılı bir gölgeydi / Uçtu, kurtuldum / Güneşler açtı."

Dıranas, her insanının iyilikle donatılarak dünyaya geldiğini, ruh'un sonradan çirkinleştirildiğini ileri sürdü. Dünya görüşünü, bilge kişiliğini de ortaya koydu. Gölgeler'in ilk perdesindeki duvar saati hakkında söylenenler bu doğrultudaydı:

"Bir saati vakti geldi mi kurmalı; durmuş bir saat kurunca işler, ama duran bir insanı kurup işletemezsin."

İşte birkaç diyalog:

"Parayı, para için erdemlerine, onurlarına varıncaya kadar her şeylerini verebilenlere bırakalım"

"Hava karardıkça mangal ateşleri nasıl daha parlak görünürse, ömrün akşamına doğru anılar da öyle parlak görünüyor."

"Tarih galerisinde, büyük insanlar adı altında, sıra sıra kurulmuş kişilerin yüzlerini bir sıyır bakalım, altlarından ne çıkacak: Çıkarcılığın çirkin yüzü hep."

Ahmet Muhip Dıranas'ın şairane anlatımı, oyunlarında arzuladığı düşsel boyut, soyut dünyayı yaratmasına katkı sağlamakta ve estetik hazzı çoğaltmaktaydı. Bu estetik haz "tiyatro sanatının tadıydı.