"Son güllere baktıkça deşilsin eski yaran, 
Eylül bahçelerinden her geçişte beni an.
Yüklü dallar altında meyvalarla oyalan, 
Eylül bahçelerinden her geçişte beni an. 
Sisli güz sabahları estikçe serin serin, 
Seyre dal gözlerimi dalında mürdümlerin.. 
Sararan mevsim gibi ah edip derin derin 
Eylül bahçelerinden her geçişte beni an! "

Yukarıdaki şiir, Rıza Polat Akkoyunlu'nun. "Nokta Noktam" adıyla tanınmış şiirini, çoğu kişiler bilirler ya da işitmişlerdir. Ama bu şiirin şairi hakkında, kimse bir şey bilmez. Ben de bilmiyorum. Bildiğim, Adana'da doğduğu, öğretmenlikten emekli olduğu. Ankara'nın koltuk meyhanelerine devam ettiği. Meyhanede kendisini görüp elini öpen Salih adlı öğrencisi için yazdığı şiir. Ve şiir tadında, duygu derinliğinde diğer şiirleri. Bu şiirlerden birisi de kızı için yazdığı, "Kızım benim! / Acısı tatlılardan tatlı, sızım benim... / İnan bana! / Sana güzel, cici, yavru meleğim / Daha ne demeli bilmiyorum. / Oysa ki ben, seni senden daha çok seviyorum. ..." dizeleriyle başlayan ve her okuyuşumda gözlerimi nemlendiren şiiri.

Bu şiirleri, çeşitli kaynaklarda bulabilirsiniz. Ama Rıza Polat Akkoyunlu hakkında bir bilgiyi günümüzde, yazarlar ve şairler ansiklopedilerinde, sözlüklerinde bulamazsınız. İçinde bulunduğumuz eylül ayında, eylül bahçelerinde gezerken, değeri bilinmemişlerden birisi olan Rıza Polat'ı anmak ihtiyacı duydum.
Çalışanlar farkına varmıştır. Artık güneşli sabahlarda uyanmıyoruz. Uyandıran zil, giderek koyulaşan loş bir ortamda çalmaya başladı. Günler kısalmaya geçti. Şimdi, bir başka anlam kazanıyor ve duygu yüklüyor Yahya Kemal'in "Eylül Sonu" şiiri:

"Günler kısaldı. Kanlıca'nın ihtiyarları 
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa:  
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...

İçtik bu nâdir içki'yi yıllarca kanmadık...
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!

Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırâbı zor.

Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sâhile,
Bitmez bir özleyiştir, ölümden biter bile."

Bu şiirde şairimiz sanki zaman aynasında ömürlerinin hesabına dalmış birtakım insanları görür. Kanlıca'nın ihtiyarları, Yahya Kemâl'in ellerinde ömrümüzün büyük duruşlarından birinde ebedîleşen çehremizdir.

Kollarını açmış hazan mevsimi bizlere "gel gel!" diyor. Ne kadar ayak direyip, yaz günlerine sarılsak da, sonbahar rüzgârlarının önünde savrulmamak elimizde değil.

En çok şiirin bahar ayları üzerine yazıldığını sanırsınız ama, eylül üzerine yazılanlar daha çok. Elden gidene karşı duyulan özlem, sonbahar yani "hazan"la birlikte şarkılaşan melankoli, yalnız Yahya Kemal'in değil, hemen hemen her şairin şiirlerinde kendini duyurmakta. 

Hayatın her döneminin, yaşanılan her mevsimin kendine özgü güzellikleri var. Ama, sonbahar, şiirimizde hüzünle özdeşleşmiş. Mevsimlerin en şairane olmasının nedeni bu olsa gerek. Sonbahara eylül kapısından girmekteyiz. Ahmet Haşim, "Son Bahar Şiirleri" adlı yazısında söyle diyor:

"Bahçelerde sarı çiçeklerin açtığı; havanın keskin incir yaprağı kokularıyla dolduğu; ufuklarda gümüş ve bakır bulutların anlaşılmaz işler hazırlamakla meşgul olduğu; akşamüstü otları kurumuş tepelerde, yeşil eşarp, kırmızı örtü, beyaz ve lacivert elbiselerle dolaşan genç kızların etekleri rüzgârda uçuştuğu ve saçları çözülüp dağıldığı bu mevsimde, sonbahar şiirlerinden daha munis bir konuşma konusu olabilir mi?"

Elveda doyamadığım ve doyasıya yaşayamadığım yaz günleri. Günaydın hazan.