Hemen burada Ankara Etnografya Müzesi'nden kısaca söz etmek istiyorum:

Önceleri Devlet Müzesi, sonra Halk Müzesi, Milli Müze, Hars Müzesi gibi adlarla anlan bu müzeye daha sonra ''Etnografya Müzesi" adı verildi. Bina, 1925 yılında Mimar Hikmet Bey'in planına göre yapıldı. Salonlarında Anadolu insanının giyim eşyası, kilimleri, işlemeleri, bohçaları, çadırları, çadır süsleri, Türk dokumaları, her türlü yazı ve yazımlar, karagöz. ortaoyunu figürleri, kıyafetleri, araçları, silahlar, tarikatlarla ilgili aletler, Selçuklu devri mimarisinin ahşap kısmı, ağaç işlemeleri, kapılar, ev eşyaları, mutfak eşyaları, ve olduğu gibi muhafaza edilen bir misafir odası bulunuyor.

Daha sonra arkeoloji kazılarında elde edilen Hitit devrinin ve daha eski devirlerin eserleri de bu müzede toplanmış. Müzenin önünde İtalyan sanatçı Canonıca tarafından yapılan Atatürk heykeli, iç avluda ise, üstü beyaz mermerle kaplı bir katafalkta şu kitabe bulunuyor:

"Burası 10.11.1938'de sonsuzluğa ulaşan Atatürk'ün 21.11 1938'den 10.11.1953'e kadar yattığı yerdir."

Şüphesiz, Türk folkloru ile ilgili yayınlar, etnografyadan daha fazladır. Bu folklorcular için sevindirici olmakla birlikte, henüz her şeyin tamamlandığını iddia edemeyiz.

Çok eski geleneklerimizden olup, halkın yaşattığı veya halkın hala hafızasında bulunan pek çok ürün derlenmemiştir.

Başta da belirttiğimiz gibi, folklor özünü halktan aldığı için, halkın içini gösteren bir ayna gibidir. Özellikle halkın dünya görüşünü, din anlayışını, sanat zevkini, düşünüş ve yaşayış düzenini, bunlarla ilgili örf adet ve geleneklerini yansıtan tek bilim folklordur. Folklor, milli kültür hazinemizi yarınlara bağlayacak köprüdür.

Yalnızca yaşadığımız zamanın yaşadığımız olayların, çevrelerin gelenekleriyle duygulanmak yetişmez. Daha bilgili, daha şuurlu yetişmek için, eski nesillerin hayatı nasıl gördükleri, nasıl anladıkları, hangi olaylara karşı hangi tepkileri gösterdiklerini bütün derinliği ile öğrenmek gerekir.

Ülkemizin coğrafi, iklim ve ekolojik şartlarının değişik olması, Türk halk geleneklerinin karmaşık bir görünümde olduğu izlenimini verebilir. Anadolu insanının yurtlarının dağlık, ovalık, bozkır ya da sahil olmasına göre kılıkları, araç ve gereçleri, konutları, huylan, inançları, oyunları, türküleri çeşitlilikler göstermiştir.

Her türlü coğrafi ve iklim şartlarına rağmen, yine de ortak görenekleri tespit etmek mümkündür. İster Çukurova'da olsun, ister İç Anadolu’da. Türkmen yerleşmesi olan bir köyde aynı ağıtları dinlemek, Yörükleri hangi bölgemizde olursa olsun aynı tip kara çadır altında bulmak, aynı motifte kilimlere rastlamak doğaldır.

Ülkemizde birçok köy ve kasaba topluluğu henüz göçebelik dönemlerinin hatıralarını unutmamıştır. Gerek Türkmen, gerek Yörük yerleşimi olan köylerde bu soru ortaya atıldığı zaman, alınan karşılık "Atalarımız Horasan’dan gelmişler" karşılığı olmaktadır.

Görülmektedir ki, halk arasında canlı bir gelenek halinde yaşayan türlü inanç ve davranışlar folklor ürünleri yoluyla bize geçmektedir. Gelecek nesillere de şekil, tür, araç ve gereçleri zamanın gereği değişime uğramış olsa da, folklorik unsurlar ile geçecektir.

Sözlü halk edebiyatı ürünleri, çoğu yabancı kültürlerin baskısı altında eriyip bitmektedir. Ya da köşe bucakta unutulup gitmektedir. Bunların bir bölümü olur olmaz kişiler tarafından yazıya geçirilirken orjinal tat ve duygularından çok şey yitirmektedir.

Milli kültür bağlarımızın kopmaması, hele hele gençlere aktarılması için, milli folklorumuzun üzerine titremeli. Bilimsel metotlarla derlenip toplanmalıdır. Bu derlemelerin milli hayatımıza ve edebiyatımıza yeni ufuklar, yeni kaynaklar katacağına, gelenekçi olunmadan, medeniyetçi olunamayacağına inanıyorum.