Farkına varmanın ve bilmenin acı verdiği bir çağdayız. Anlamak ve görmek aynı derecede canımızı yakabiliyor. Galiba bu başkalaşım ve insani değerlerden uzaklaşma süreci beni ve yaşıtlarımı etkiledi en çok. Sorunun temelinde kültürsüzlük yatıyor. Binlerce yılın ateşinde magma kıvamında eriyip, zamanın süzgecinden geçirerek oluşturduğumuz değerleri bizden sonra gelen bireylere aktaramazsak içlerinde oluşacak boşluğu bambaşka kavramlarla doldururlar.

Bırakın iyi ve kötü kavramlarının içlerinde savaş vermesini ''iyi'' denen kavramdan haberleri dahi olmayabilir. Doğada ve insanda yaratacağınız her boşluk emin olun size ve topluma; doğa açısından bakacak olursak yaşama zarar verecek ayrık otlarıyla dolar. Kötülük ve cehalet öğretimle kazanılan davranışlardan, alışkanlıklardandır. Sistematik olarak koskoca bir toplumun içi boşaltılabilir. Öyle bir noktaya gelinir ki yaratılan o boşluk kara bir deliğe dönüşerek sırayla hepimizi yutmaya başlar.

Birey olabilme yolunda kişinin kendinden kendini doğurmasıdır var oluş. Bu süreç insan için sancılı bir süreçtir. Ne yazık ki tarihsel yapımız ve oluşturduğumuz kültürle çok kolay aşılacak bu yol; özel çabalarla engellenmiş, ortalarda amaçsızca, serseri mayın gibi dolaşan kişiler yaratılmıştır.

Bunları yazmama son günlerde Türk lirasının değer kaybetmesiyle başlayan bilmem hangi marka telefon kaç para olmuş konuşmaları,  yazıları, haberleri. Eşya ile var olmak ne zamandır gördüğüm örneklerle üzerinde düşündüğüm bir konuydu. Sanırım yeri geldi ve yazıyorum. Arabalarıyla, telefonlarıyla, giysileriyle var olmaya çalışan insanlarla dolu etrafımız. Üstelik bunu başardıklarını sanıyorlar.

Eminim uzun süredir siz de farkındasınızdır çevremizde birbirine benzeyen insanların nasıl çoğaldığının. Ellerinde cep telefonları, sigaraları, çakmakları, araba anahtarlarıyla geziyorlar. Arabası olmayana lüks araba anahtarı şeklinde çakmak yapmışlar, masaya araba anahtarı gibi bırakıyorlar. Hepsini üst üste koyup tek ellerinde taşıyorlar. Giysiler aynı, tavırlar aynı. Hepsi sanki aynı tornadan çıkmış gibi. Hangi semtte olursanız olun karşılaşıyorsunuz. Duruşları, tavırları aynı, çok ama çok önemsiyorlar kendilerini. Ya önemli hissediyorlar ya da bu yalana inanmışlar. Eşyalarına körü körüne bağlılar. Ellerinde bez; ya arabalarını  ya da motorlarını siliyorlar çünkü onlarsız bir hiçler.  Değerleri yok. Abartılı ve gürültülü arabalarıyla ben buradayım, ne olur görün beni diye dolaşıyorlar.  Ortaya koyabilecekleri kültürleri, bilgileri, becerileri yok. Bireyin en büyük beklentisi fark edilmek, beğenilmek ve takdir edilmektir. Bu isteklerini başarıyla, bilgiyle, beceriyle gerçekleştiremeyecekleri için tek çare eşyaların, markaların arkasına saklanıp kölesi oluyorlar.

Bu kriz ortamında bile o telefonlar satılacak. Boğazlarından kesip alacaklar. Ellerinde taşıyacaklar. Bir çok özelliğini anlamayacaklar ama o telefon masaya konacak. Duydukları eziklikten başka türlü kurtulamayacaklar. Her yerden saldırıyorlar bu zavallılara. Reklamlarla, dizilerle, filmlerle üzerlerine gidiyorlar. Bunları yapmazsanız, şunları almazsanız kimse size bakmaz diyorlar metinlerin altına gizledikleri fısıltılarla. En çok ''ezik'' sözcüğü geçiyor o fısıltılarda.

Kısacası ülke olarak zor bir süreçten geçiyoruz. Özümüzde yer alan güzel ve iyi kavramların çoğunu yitirdik.  Baskı altında cahil bırakılmış insanların örgütlü saldırısıyla karşı karşıyayız. Büyük bir öfkeyle intikam almaya çalışıyorlar karşılarına çıkan ve kendilerinde olmadığını düşündükleri her şeyden.  Ve maalesef bu insanların yarattığı kuraklık tüm toplumun öz suyunu emerek kıraç bir coğrafyaya dönüştürüyor her yeri. Onca rahatsızlık verdikten sonra hepsi kendi gettolarına dönüyorlar gecenin sonunda. Kötüsün ey insan oğlu. Kötüsün, karanlıksın, çirkinsin.

Edip Cansever'in söylediği gibi Dipsiz Testide;

                     ''zengin de olsan yoksulluğun gitmez''

Sancılıdır diye anlattığımız varoluş süreci bizim kültürümüzde insan-ı kamil olma yolunda çekilen çilelerin toplamıdır. Umarım hepimiz bir gün o yola çıkarız.