Çevremdeki insanlardan bu günlerde eskiye, eski günlere duydukları özlemi dinliyorum sıkça. Edindiğim izlenim ise geçmiş günlere duydukları özlemin yoğunluğu. Nereye gitsem bu minvalde sohbetlere şahit oluyorum. İnsanlar bunalmış, sıkılmış gibi. Yaptıkları hiçbir şey tatmin etmiyor onları.

Galiba bizler bu yüzyılda insandan gittikçe uzaklaşıyoruz. Tekil ve yalnız bir hayata doğru sürükleniyoruz. İnsan denen varlıktan uzaklaştıkça, ortak paydalar ve paylaşımlar azaldıkça kendi etrafımıza ördüğümüz duvar hızla yükseliyor. Sadece insandan değil; bizi var eden bir çok kavramdan da uzaklaşıyoruz. Saydam bir sahteliğe doğru hızla yol alıyoruz.

Artık kendi dünyalarımız var. O dünyalarda bütün davranışlarımız, tavırlarımız klişeleşiyor. İnsanlar paylaştıkları fotoğraflarda aynı pozları veriyor. Aynı bakış, aynı gülümseme. Elindeki telefonu bir parça kullanmayı becerenlerde daha çok görüyoruz bu durumu yaş çok fark etmiyor. Yaşadığımız her yerdeler.  Vapurlarda, lokantalarda, sokaklarda, kafelerde. Hep aynı şekilde bakarak telefonlarının kameralarına aynı kopyalanmış gülümsemeyle, aynı tavırlarla poz veriyorlar. Ve bu sanki bir ritüele dönüşmüş durumda.

Teknoloji hayatımızı değiştirmeye devam ediyor. Cep telefonları başlangıçta hayatımızı çok kolaylaştırmış gibi görünse de aslında bağımlılığımızı ve kaygılarımızı doruk noktasına taşıdı. Telefonunun şarjı biten çocuğunuza bir-iki saat ulaşamayınca kaygılarınızın nasıl katlanılamaz bir noktaya ulaştığını düşünün. Belki de her yeni teknoloji kaygı açısından da hayatlarımıza bir sürü eklemeler yapıyor. Olumlu ve olumsuz taraflarıyla geliyor her yenilik.

Şarkılarımız, kitaplarımız, yazdıklarımız, filmlerimiz küçücük telefonların içinde. Öyle bir yoğunluğa ulaştı ki telefon kullanımımız bunca teknolojik gelişmeye rağmen pil güçleri yetmez oldu ve hemen taşınabilir piller sürüldü piyasaya. Nerede olursanız olun kulaklıklarınızı takınca kendi dünyanıza geçiş yapıp iletişimi en aza indiriyorsunuz çevrenizle.

Yalnızlaşmak sadece cep telefonlarıyla sınırlı değil. Kullandığımız,  yaşamımıza giren ne varsa ilintili. Elli yıl öncesiyle inanılmaz fark var günümüz arasında. Yaşamın her alanında devrim sayılacak gelişmeler oldu. Daha iyi üretim araçlarına sahibiz. Daha güçlü gemiler, uçaklar, traktörler. Her işimizi teknolojinin nimetlerinden yararlanarak kolayca, yorulmadan ve en kısa sürede yerine getiriyoruz. Bunca gelişmeye, alete, edevata rağmen sanırım bizlere daha az zaman kalıyor. Her gelişme zamandan kazanmak için ama bizlerin kendimize ayıracağımız zamanımız gittikçe  azalıyor. Her şeyimiz var zamanımız yok artık. 
 ''Ah, kimselerin vakti yok
  durup ince şeyleri anlamaya''

Çevremdeki insanlar eski günleri özlemle anmaya ve anlatmaya devam ediyor. Yanımızdan akan Karamenderes nehrinde tuttukları balıkları anlatıyorlar; artık balığın kalmadığını ekleyerek. Mis kokan domateslerden, tadından yenmeyen karpuzlardan, koyun sürülerinden, keçi sürülerinden söz ediyorlar. Artık kalmayan ve yüzlerce hayvanın olduğu onlarca sürüden. Düğünlerden, yardımlaşmadan, paylaşmadan bahsediyorlar.

Teknolojik gelişme tüm hızıyla devam ediyor, bizler de aynı hızla yalnızlaşıyoruz. Çok güçlü bilgisayarlarımız, telefonlarımız, bir sürü alet ve edevatımız var ama artık zamanımız yok. Daha az görüyoruz dostlarımızı, hep bir yerlere yetişme telaşı içindeyiz. 
Umberto  Eco'nun muhteşem öngörüsü ile bitirelim istiyorum bu yazıyı; 
''Kıyamet bir elektrik arızasından kopacak.''