Türkiye Cumhuriyeti, üst üste yapılan operasyonlardan ağır yaralı olarak çıktı. Bu yaraları en hızlı şekilde sarmak zorundayız. Çünkü, çevremizde hızlı bir kuşatma ve Sevr'i fiilen gerçekleştirmek için hazırlık süreci yaşanıyor. Operasyonların sebebi de buraya ulaşmaktı zaten.

Yarım asırdan fazladır ilmek ilmek örülmüş bir sarmalın son düğümlerinin atıldığı bir dönem yaşıyoruz.

İki kutuplu dünyanın kuruluşundan bu yana yörüngesine girdiğimiz ABD'nin başrolde olduğu senaryo uygulanıyor kanırta kanırta.

2003'te Süleymaniye'de Türk askerinin kafasına çuval geçirilmesiyle başlayan TSK' içindeki "yeni dönemin önündeki engelleri temizleme" süreci, 15 Temmuz'a kadar uzandı. "Kumpas" davalarıyla sökülen rütbelerin takıldığı apoletler, 15 Temmuz'da "milletine kurşun sıkan hainler" olarak çıktı karşımıza. 

ABD'nin Türk halkına karşı kullandığı "gladio" da tarihin karanlıklarında izini kaybettirdi "kumpas" davaları sayesinde. Yargısız infazların talimatını veren, karanlık "grup"ların koruyucusu isimler "imajı düzelmiş mağdurlar" olarak çıktı cezaevinden. Onların gölgesinde palazlanan "çete"ler de iş ve siyaset dünyasında saygınlığa erişti...

* * *

Devletin, siyaset dahil tüm kurumlarında odaklanarak legalleştirilmiş "devlet ve kanun" tanımaz bir örgüt eliyle gerçekleştirilen 15 Temmuz, kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti'ne indirilen en ağır darbelerden biriydi. 

Mahkemeler kuruldu, yargılamalar sürüyor. Sonuçta birileri "suçlu", bazıları "masum", bir bölümü de "aldatılmış, kandırılmış" olarak çıkacak bu mahkemelerden. Fakat, dava dosyaları kabarıklaşıp, sanık çuvalına doldurulan isimler çoğaldıkça fotoğraf bulanıklaşıyor, örgütün gerçek yapısını ortaya çıkarmak, samanlıkta iğne aramaktan farksız bir hale geliyor. 

ABD'nin taşeronu örgütle(rle) gerçekçi ve inançlı bir şekilde mücadele etme azmindeki savcıların da işi zor, hakimlerin de...

Suçluların "masum", hiçbir şeyden habersiz kelepçelenen mazlumların da "suçlu" ilan edilmesi gibi bir tehlike var önümüzde. 

* * *

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu tehlikenin farkında olmalı ki, Abdülkadir Selvi'nin Hürriyet'teki köşesinden okuduğumuza göre milletvekillerine "FETÖ ile mücadelede asıl isimlerin değil de sıradan insanların üzerine gidildiği yönünde şikâyetler var, dikkate alın" demiş. Umarım, bu milletvekilleri üzerinden polis, savcı ve hakimlere verilen bir "aman dikkat" mesajıdır.

Yine Selvi'nin yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ikinci bir talimatı yer alıyor:

"FETÖ'nün TSK, MİT, Jandarma ve Emniyet'ten sorumlu mahrem imamların dış bağlantılarının ortaya çıkarılması. Burada kimin hangi ülkeye gidip, hangi kuruluşlarla işbirliği yapmış olmasından ziyade, bu ülke, kuruluş ve istihbarat servisleriyle olan ideolojik işbirliği ortaya konulacak. Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik en büyük ihanet projelerinden biri olan Gülen, zaten yerli ve milli bir oluşum değil. Ama dış bağlantıları ile bunun millete anlatılması gerekiyor."

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatını uygulayacak olanlar, herhalde işe örgütün ABD ile bağlantılarından başlayacaktır.

Örgütün ABD ve CIA'nın "kaşerleşmiş" isimleriyle bilinen ilişkileri bile, geri kalanın çorap söküğü gibi gelmesini sağlayacaktır. Yumağın içerisinde "uç" aramak yerine, ipin açıktaki ucundan tutarak kördüğümü çözmeye çalışmak en mantıklı ve doğru yol değil mi?

Mesela Graham Fuller... Uzun yıllar bölgemizde ve Türkiye'de görev yapmış bir CIA şefi Graham Fuller. Fundamantalizm, Türkiye, Kürtler ve özellikle İslâm üzerine yazdığı çok sayıda "stratejik" kitabı olan bu CIA şefi, Fethullah Gülen'in ABD'de oturma izni alması için kefil olanlar arasında. ABD'de birden fazla güç odağı olduğunu farz edersek, Graham Fuller, FETÖ'den, 15 Temmuz'dan yana olan güç odağının en aktif isimlerinden.

* * *

Graham Fuller'in kitaplarını Türkçe'ye kazandıran da FETÖ değil miydi? Bu kadarla da sınırlı değil elbette ilişkileri...

TSK'ya çekilen (15 Temmuz dahil) tüm ağır ameliyatları yönetenler de Graham Fuller'in bağlı bulunduğu ekip. Sahte delilleri oluşturacak teknolojiye, o delilleri daha savcıların, hakimlerin önüne gelmeden "tartışılmaz gerçekmiş" gibi halka "algı operasyonu" çeken medyayı destekleyen de. Devşirdikleri "kalemşörlerin" yıldızını parlatan da. O medya ve kalemşörler aracılığıyla siyaseti dizayn edecek hamleleri yapanlar da...

Graham Fuller'in içinde yer aldığı odağın, kumpas davalarında "propagandist" olarak kullandığı "medya infazcılarının" ne kadarı bugün FETÖ sanığı?

Örgütün "kendinizi kurtarmak için gerekirse Fethullah Gülen'e de, hizmet hareketine de hakaret edin, sövün sayın" talimatı verdiğini, "FETÖ'yle mücadelenin kalesi" iddiasındaki ekranlarından gazete ve televizyon defalarca duyduk değil mi? Doğrudur, mümkündür...

Peki, bugün FETÖ'ye sövüp sayan ama geçmişte örgüt içerisinde çok "kritik" ve "işlevsel" roller üstlenmiş, "güce biat ederek" bir yerlere gelip tutunabilmiş isimlerin hangilerine, ne kadar güvenebileceğiz?

* * *

Sokak dilinde "ters kolpa" denilen bir tabir vardır. Bir kişi ya da fikri savunur gibi gözüküp, yerden yere vurmak, zarara uğratmak olarak açabiliriz bu sözcüğü. 

Keşke, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Selvi'nin yazısından öğrendiğimiz iki talimatına bir tane daha ekleseydi:

"Benim adımı kullanarak halkın kafasını karıştıran, büyük bölümünü tahrik edenleri çok titiz şekilde inceleyin ve gereğini yapın."

Neden mi?

Siyasi rakiplerinin, Erdoğan'a diş bileyen ülkelerin bile oluşturamadığı tepki-öfke dalgasını çıkaran "ters kolpacı"ların geçmişini biraz kazıyınca, altından FETÖ izi çıkıyor. 

Bugün devletçi ve Erdoğancı gözükerek takiyye yapmadıklarından nasıl emin olacağız?