ABD'nin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Trump'la yapacağı görüşme öncesinde PYD'ye ağır silah yardımını onaylaması üzerine çok şey söylendi, çok şey yazılıp çizildi. Çoğu gerçekçilikten uzak değerlendirmeler yapıldı ama bir adım ötesine dair hiç bir öngörü, öneri çekmedi dikkatimi. CHP'in "Cumhurbaşkanı ABD'ye gitmesin" çıkışını da komik bulduğumu hemen not edeyim.

Trump seçimi kazandığında zil takıp oynayan, köşelerinden Trump'a ve yeni atadığı CIA Başkanı'na övgüler yağdıran kalemlerin de Erdoğan'ın uçağıyla ABD'ye gittiğini görünce yüzümde acı bir tebessüm oluştu. Daha dün "Halep'e birkaç adım kaldı" diye havada uçuşturdukları yazılarının mürekkebi bile kurumadı çünkü. En az CHP'nin "Erdoğan gitmesin" tavsiyesi kadar güldürmüştü beni o yazılar...

Beyaz Saray'da yapılacak görüşmeyi sadece ben mi önemsiyorum ve tarihi buluyorum acaba?

Evet, masada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, beğenin veya beğenmeyin kurmayları bulunacak ve önemli kararlar alınacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın deyimiyle "virgül değil, nokta mesabesinde" bir görüşme olacak. Halk deyimiyle "Ya herro, ya merro" sinyalini verdi Cumhurbaşkanı.

* * *

Türkiye, ABD'nin Suriye PKK'sından vazgeçmesini istiyor. "IŞİD'le savaşı birlikte yapalım, terör örgütlerini sahaya sürmeyin" diyor. ABD ve müttefikler ise kendi askerlerini savaştırmak niyetinde değil Rakka'da. Uzun süredir eğitimden geçirip kara gücü haline getirdiği Kürtlerin savaşması, Batı'nın iç kamuoyuna karşı elini rahatlatıyor. Ne ABD, ne İngiltere ne de diğer devletler, Suriye'deki askerlerinin ülkelerine tabutla dönmesinin sıkıntısını yaşamak istemiyor. Bunu, halkına izah edemeyeceklerini biliyorlar çünkü. "Bu neyin savaşı?" sorusuna verecekleri net cevapları yok.

Hele ABD'nin hiç yok... Afganistan ve Irak'tan giden tabutların hesabını dahi verememişken...

IŞİD'i, Irak ve Suriye savaşında avantajlı duruma geçmek için organize eden "derin ABD" değil mi?

Tıpkı, Rusya'ya karşı direniş adı altında El Kaide'yi Afganistan'da kurup, silahlandıran ve hâlâ temizlenememiş bir "terör mekaniği" oluşturdukları gibi...

Tıpkı, Usame Bin Laden'i bahane edip, Afganistan'dan Libya'ya kadar olan coğrafyada ağıt yakmayan aile bırakmadıkları gibi...

IŞİD'in Rakka'yı (yani petrol yataklarını) kolayca ele geçirmesini sağlayan, Musul'da Irak askerlerinin silahlarını bırakıp kaçmasının önünü açan da ABD idi...

* * *

Oval Ofis'te kurulacak masada yaşanabilecek diyalogları hayal edelim isterseniz:

Türkiye, "PYD terör örgütü" diyecek. ABD ise "Hayır, onlar Suriye Demokratik Güçleri, yani terör örgütü değil. Suriyeli muhalifler.." Çünkü, örgütü meşrulaştırmak için içine küçük Arap grupları da yerleştirdiler. "Suriyeli muhalifler" tanımı da, elinde silah bulunanların terörist ilan edilmesinin önündeki en güzel kalkan...

Türkiye "Kuzey Suriye'de bir Kürt devletinin kurulmasına izin vermeyiz" diyecek. ABD ise, "Kuzey Irak'ta Barzani'nin devlet kurmasını destekliyorsunuz, bunun ondan bir farkı mı var?" diyecek...

"Söz verdiniz, PYD Menbiç'ten çekilecekti. Rakka'da yoksak, orayı temizleriz. Şengal'de ikinci bir Kandil oluşmasına izin vermeyiz" diyeceğiz.

ABD ise silah ambargosundan tutun önümüze bir yığın argüman koyarak "Bunlardan vazgeçmek uğruna mı?" diye soracak.

Rıza Sarraf dosyası gibi bir "zayıf nokta"yı da işaret ederek tabii... İster "ABD komplosu" deyin, isterseniz "Türkiye'ye karşı kurulan tezgâh" deyin, çok karışık bir dosya var karşımızda. "FETÖ tezhâhı" deseniz hiç tutmaz. Çünkü, el konulan paraların hepsini "bizim değil, polis koydu" diyenler teslim aldı.

BM'nin bir ülkeye koyduğu ambargoyu delmek gibi ağır bir suçlamayla karşı karşıyayız...

* * *

Beyaz Saray'da "IŞİD bu kadar silahı nereden buluyor ve petrolü nereye satıyor?" sorusunu soran biz olursak ve bu konuda ABD'nin hiç masum olmadığını ortaya koyarsak avantajlı duruma geçer miyiz, orasını hiç bilemiyorum.

Kısaca; Oval Ofis'te Türkiye'nin geleceğini çok yakından ilgilendiren pazarlıklar yaşanacak. Keşke, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'den önce ziyaret ettiği Çin'e hareket etmeden önce, karşısındaki yüzde 50'yi temsil etme iddiasındaki tüm siyasi dinamikler harekete geçip "ABD'ye gitmeyin"den öte bir duruş sergileyebilseydi. Keşke, "Masada Türkiye'nin geleceği var ve ülkemizi ABD'nin ihtiraslarına kurban etmeyiz" denilebilseydi. Keşke, "Biz, siyasi kavgamızı içimizde veririz, ama ABD veya başka bir gücün Türkiye'ye rol biçmesini kabullenmeyiz" duruşu sergilenebilseydi. Keşke; devrimcilik, solculuk, Erdoğan muhalifliği, emperyalizmin kuklalığına dönüşmeseydi...