Hatırlayan veya dinlemiş bulunan var mı bilmem. Geride bıraktığımız yıllar içinde metnini yazdığım her pazartesi günü saat 11,05-12,00 arasında TRT Türkü ve Radyo 4 kanallarında ortak olarak yayınlan bir program vardı: "Türkü Sevdalıları" 10 Mayıs 2012 tarihli programın konusu Âşık Mahzunî Şerif'ti. Programın konuk sanatçılarından biri TRT Türk Halk Müziği sanatçısı Elif Doğan'dı. 
Mahzunî Şerif'le ilgili bilgiler vermeden önce, birkaç cümle Elif Doğan'dan söz edeyim:
Elif Doğan, 2004 yılında Ankara Radyosu'ndan İstanbul'a atanmış. Elbistan'da doğmuş. Sürekli türkülerin dile ve tele geldiği bir aile ortamında büyümüş. Ailenin bütün fertlerinin sesleri güzelmiş. Sağlık İdaresi alanında eğitim almış. Birkaç yıl eğitim aldığı mesleği yapmış. Elbistan Sağlık Meslek Lisesi yönetiminde bulunmuş. Ne var ki, türkülere gönül vermişliğine söz geçirememiş. 1990 yılında sınavla Ankara Radyosu'na girmiş. Bu yuvada bilgisini, görgüsünü geliştirmiş. Artık, yalnız yöresinin değil, yurdun dört bir yanının türkülerini okuyor olmuş. Sessiz, sakin, ipek böceği gibi kozasını içten içe örerek sanatını yapıyor. Kaset, CD gibi günün piyasa işleriyle ilgisi yok. Yalnızca asıl işini sağlanan olanaklar ölçüsünde en iyi biçimde yerine getirmeye çabalıyor. 
Elif Doğan, Mahzuni Şerif'i anma programında, büyük ozanın türkülerini çok güzel yorumladı. "Kanadım değdi sevdaya", "Ben bugün Şah'ımı gördüm", "Parsel parsel eylemişler dünyayı", "İşte gidiyorum çeşm-i siyahım" gibi türküleri başarı ile okumasında aynı yöreden ve gelenekten gelmiş olmasının katkısı vardı. 
Gelelim Mahzuni Şerif'e:  1940 yılının haziran ayında Maraş ilinin Afşin ilçesinin Berçenek köyünde doğdu. Bu köy, gelenek ve göreneklerin bozulmadan yaşandığı, odalarında sabahlara kadar kitap okunduğu, saz çalındığı, halk hikâyelerinin anlatıldığı bir köydü. Afşin'nin çevre köylerinde ''Berçenek'linin sözüne, Kaşan'lının sazına doyum olmaz,'' derlerdi.  Şerif, büyüklerinin yanından ayrılmıyor, kendini olgunlaştırıyordu.
Afşin'e bağlı Arıstıl köyünde Kör Hafız derler bir kişi vardı. Hafızlığın yanı sıra doğaçlama türküler de söylerdi. Berçenek köyünde bulunduğu bir gün, Şerif'le karşılıklı türkü söylemişlerdi. Kör Hafız Şerif'e "Delikanlı, yaklaş yanıma," dedi. Şerif yanına geldiğinde Kör Hafız onu kucakladı:  ''Yahu ben seni şöyle babayiğit, boylu boslu biri sanmıştım. Sesin beni korkutmuştu, sen küçük ve çok Mahzun biriymişsin'' dedi. İşte o günden sonra Şerif'in adı  "Mahzunî Şerif" olmuştu.    
Mahzunî Şerif, 1956 yılında Astsubay Okulu'nu girdi. Askerlik mesleği ile yıldızı barışmadı. Okulu terk etti. Akrabalarından Emine'yle evlendirdiler. İmam nikâhlı evlilikten Züleyha adında bir kızı oldu. Ancak bu evliliği yürümedi. İkinci evliliğini İtalyan asıllı Suna hanımla yaptı. Bu evlilikten Emrah, Ferhat ve Şirin adlarında üç çocuğu olmuştu. Son evliliğini 1971 yılında aslen Elbistanlı olan Fatma Hanımla yaptı. Mahzunî Şerif çizgisini değiştirmeden ilerliyordu. Bilgisi, görgüsü, çevresi her geçen gün artıyordu. Fikret Otyam onun için şunları yazacaktı: 
 "Merhaba diyorum Berçenekli Mahzunî'ye. Ben, onu ilk tanıdığım 1960 yılından bu yana adım adım gözledim. Çünkü Mahzuni Şerif "oğulluğum" olmuştu. Nasıl, neden izlemeyim?  .......   O'nu tanıdığım, aynı çağda yaşadığım için kendimi mutlu hissediyorum...  Çünkü bir Pir Sultan, bir Karacaoğlan, bir Nesimi bir Kaygusuz Abdal, bir Ruhsati ve daha benzer nicelerini deyişlerinden tanımıştım..."
Mahzunî Şerif'in eşi Fatma Hanım,  kendisi ile yapılan bir söyleşide:
 "Mahzuni ile evliliğimizden Derya, Ali, Şeyda ve Yetiş adlı dört çocuğumuz oldu. Gel gör ki çok çektik. Evlendikten 6 ay sonra onu tutukladılar. Derya'nın doğduğu gün tahliye oldu. Çocuk 27 günlük iken yeniden tutukladılar." demişti.
Mahzunî Şerif şiirleriyle mevcut düzeni eleştirdiği için çoğu kaz yargılanmıştı. 17 Mayıs 2002 Cuma günü, Almanya'nın Köln kentinin Porz ilçesinde Hakk'a yürümüştü. Naaşı Ankara'ya, oradan da vasiyeti üzerine Hacıbektaş'a getirildi. Koca ozanı binlerce kişi uğurluyordu. 18 Mayıs 2002 Cumartesi günü. Dudaklarda ortak bir türkü vardı. Bu kez dostlar söylüyor, o dinliyordu: 
"İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüzde dağlar sıralansa da..."