“Ne atom bombası / Ne Londra Konferansı / Bir elinde cımbız, /  Bir elinde ayna; /  Umurunda mı dünya!”

Bu şiirin muhatabı yetmişine merdiven dayamasına rağmen, maişetini çalışarak temin eden ben olamam. Güler geçerim. Ortalığın kızılca kıyametine gelince, ne diyeyim?

Ayının bildiği kırk türkü varmış, kırkı da ahlat, üzerine.. Yine şiirle cevap vereyim. Yüz elli yıl önce Şarkışlalı Serdari şöyle demiş:

“Nesini söyleyim canım efendim

 Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim

 Arzuhal etsem de deftere sığmaz

 Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim”

Çoğunuzun bildiği bir ibretli anlatı vardır:

İngiltere’de hâkimlerin belli bir maaşı yokmuş. Gereksinimlerini karşılamak için istedikleri gibi kullanabilecekleri bir çek defteri verilirmiş. Devleti hâkimlerine o kadar güvenirmiş. Bir gün hâkimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Banka görevlileri ilk kez karşılaştıkları böylesine yüksek rakamlı istek karşısında şaşırmışlar. Üst yöneticilerine, üst yöneticiler,  bakanlara, başbakana telefon edip sormşlar. Her yerden “ Ödeyin!” yanıtı gelmiş.

Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hâkimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hâkim bankaya gelip parayı iade etmek istediğin söylemiş.

Bankacılar yine şaşırmışlar. Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar. Derhal Bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hâkime hareketinin sebebini sormuşlar. Hâkim:

“Kraliçenin Hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım,” cevabını vermiş. Raporlar Bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hâkim azledilmiş. Adalet Bakanlığı hâkime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış:

“Kraliçe hükümetinin saygın bir hâkimi, Devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez.”

Buyurun bakalım… Devlet hâkimine, hakim devletine güvenmezse ne olur?

Dedim ya bildiğimiz kırk türkü kırkı da ahlat üzerine diye. Biz yine şiire dönelim. Bundan iki yüz yıl önce Everekli (Şimdiki adıyla Kayseri’nin Develi ilçesi) Seyranî şöyle söylemiş.

Mahkeme meclisi icat olduğu

Çeşme-i rüşvetin akmaklığından

Kaza bela ile âlem dolduğu

Kazların kadıya uçmaklığından

Selefin rüşvetle hüccet yazması

Halefin anlayıp hükmün bozması

Yıkılan binanın birden tozması

Asıl sermayenin topraklığından

Buyurun bakalım, buradan yakın… Siz siz olun da beni yüzyıllardan beri süre gelen bu tür tartışmalara bulaştırmayın. Ben çöplüğüme döneyim ve kültür, sanat vs.lerle uğraşayım. Ne güzel deyimlerimiz vardır. “Tencere dibin kara, senin ki benimkinden kara…”  Al birini vur birine…

Fıkra bu ya:

Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır:

“Bayan Jones... Beni tanıyor musunuz? Yaslı teyze yanıtlar:

“Evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komsunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz. İki dolar fazla  kazanmak için herkesi satarsınız...

Davalının avukatı basta olmak üzere bütün salon şok olur. Avukat  ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar :

“Peki Bayan Williams, ya karsı tarafın avukatını tanıyor musunuz? Kadın yine yanıtlar:

“Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor. “

Yine herkes şokta… Bütün salonu bir uğultu kaplar.. Hâkim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar:

Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım...