İddia çarpıcı, sözler tüyleri diken diken edecek cinsten. "Bir söze bakarım bir de söyleyene" deseniz, her iki açıdan dikkat çekici.

Söyleyen, Genelkurmay Başkanlığı'nın yıllarca İstihbarat Başkanlığı'nı yapmış emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin. Bir TV kanalında "ABD, Türkiye'de suikast hazırlığı yapıyor" dedikten sonra, devletin elinde bu konuda istihbarat olduğunu ve gerekli hazırlığı yaptığını söylüyor.

Ciddiye almamak, endişelenmemek mümkün mü?

Hafızamızda o kadar çok birikmiş acı var ki bu konuda, insan ister istemez bu sözü duyunca hepsini aklına getiriyor.

Türkiye'nin yakın siyasi tarihi, aynı zamanda suikastlar tarihidir.

12 Eylül öncesini iliklerine kadar yaşamış, 90'lı yılların karanlık dehlizinden geçerken birçok olayın ayrıntılarını okumuş/dinlemiş biri olarak İsmail Hakkı Pekin'in bu sözünü duyunca uykularım kaçtı.

Daha 2 gün önce ölüm yıldönümünde andığımız gazeteci-yazar Uğur Mumcu ve Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ı ve daha bir yığın ismi getirdi aklıma Pekin'in sözleri.

Hepsine bir ideolojik kılıf geçirilmiş, ama perde arkasında başka hedefleri olan suikastler. Bazıları "susturulmak" için, bazıları da toplumu ülkenin hiç de hayrına olmayacak mecralara kanalize etmek için yapıldı hafızamızda tazeliğini koruyan suikastler.

MUMCU'NUN SON ÇALIŞMASI

Uğur Mumcu, gerek gazetedeki yazılarında gerekse kitaplarında ağırlıklı olarak Türkiye'deki "karanlık" organizasyonlara dikkat çekiyordu.

Silah Kaçakçılığı ve Terör kitabı da bunlardan biri. Terör örgütleri ile kaçakçılar arasındaki birbirini besleyen bağlantılara ışık tutuyordu bu kitabında. Örneğin; aktardığı bir İbrahim Telemen olayı vardır ki, satır aralarında "derin sızıntı"ya işaret eder Mumcu. Kendisiyle irtibata geçen ve itiraflarda bulunmak isteyen İbrahim Telemen'in saklandığı otelde infazını anlatır. Telemen'in o otelde bulunduğunu kendisi ve bir de dönemin İçişleri Bakanı'nın bilmesine rağmen infaz edilmesini...

Rabıta kitabı da, Suudi Arabistan'ın, Avrupa'daki İslâmi kurumları nasıl fonlayıp Vahhabiliğin etkisine soktuğunu belgeleriyle anlatır.

Yazıları yüzünden sürekli tehdit almıştır Mumcu ve temkinlidir.

Öldürülmeden önce Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra birleşen Almanya'nın Doğu tarafının istihbarat örgütü Stasi arşivlerine girmeyi başarmıştır.

Yakın çevresine söylediğine göre, PKK ile ABD, Avrupa ülkeleri ve MOSSAD arasındaki ilişkiye dair önemli belgeler elde etmiştir o çalışmasında. İçerideki işbirlikçiler hakkında da...

O gün, eşi de kendisiyle birlikte gelecektir. Ama "temkinli" olan Mumcu, eşine "Arabayı çalıştırayım ondan sonra gel" demiştir. Kontağı son çevirişi infazını sağlayan bombanın da pimini çekmiştir.

Sonrası da karanlıktır. Olay yerinin özensizce ve delillere zarar verircesine apar topar süpürülmesi, soruşturmaya hiç de görevi olmayan isimlerin müdahaleleri vs.

Suikaste "dini örgüt" kılıfı giydirilmiş, cenazesinde ve her anıldığında "Türkiye İran olmayacak" sloganları bu kılıfı pekiştirmiştir.

BAHARI GETİREN ADAM

Gaffar Okkan ise bir Emniyet Müdürü olarak geldiği Diyarbakır'da, devletin "ceberrut" yüzünü güldürmüş, halkla olan kaynaşmasıyla bir süreci adeta akamete uğratmıştır. O güne kadar devletin hep "problemli" tipler için "sürgün yeri" olarak gönderildiği Diyarbakır'a adeta "devlet baharı"nı getiren adam olmuştur.

Bu durum, illegal yapılanmaların çarkını da tehdit etmeye başlamıştır. Umudu terörde ya da uyuşturucu kaçakçılığı başta olmak üzere "yasadışı" işlerde arayanlar için "umut" olmuştur bir emniyet müdürü.

Suikastten 9 gün önce verdiği röportajda, PKK'ya kontra için kurulan bir örgütün kendisi için infaz kararı aldığına dair belgeler ele geçirildiğini söylemiş, hatta suikastın adresini bile vermiştir.

Ne yazık ki, tıpkı ele geçirilen belgelerde olduğu gibi Şehitler Caddesi'nde şehit edildi Gaffar Okkan. 21 kişilik suikast timinin tamamı olayın ardından sırra kadem basmıştır.

Okkan'ın ardından, terör olaylarının yaygınlaşması nedeniyle bölge OHAL'in herkese "potansiyel terörist" gözüyle bakan yüzü tekrar ortaya çıkmış, umutlar da sönmüştür. Bundan en çok bölgede hakimiyet savaşı veren iki örgüt faydalanmıştır: PKK ve Hizbullah.

Diğer suikastlerde olduğu gibi bu iki olayda da tetiği çeken eller bir şekilde işaret edilmiş, ama arkalarındaki "kirli yapı" hiç bir zaman ortaya dökülmemiştir.

Türkiye'yi "karanlık dehliz"de yolculuğa iten güçlerin, yerli işbirlikçilerle oluşturduğu duvara toslamıştır tüm soruşturma ve araştırmalar.

O duvarı yıkacak tuğlanın çekilmesi ihtimali bile "itina ile" ortadan kaldırılmıştır.

Örneğin; Kartal Demirağ'ın suikast girişiminin ardındaki gücün peşini bırakmayan Turgut Özal'a vermek üzere kendisinin de içinde yer aldığı "organizasyonu" bir dosyada toplayan, ama hiç bir zaman Özal'a ulaştıramayan Hiram Abas gibi. Sözde, Mahir Çayan'ların öldürüldüğü Kızıldere operasyonunu Jandarma Yüzbaşı rütbesiyle yöneten Hiram Abas'tan hesap soruldu. Aslında, Türkiye'nin karanlık tarihini ortaya dökecek kilit adam susturuldu.

İsmail Hakkı Pekin, "Peki kimlere suikast olabilir" sorusuna "Toplumun sinir uçları sayılacak kanaat önderleri" cevabını veriyor.

Geçmişte yaşanan suikastlerin hedefi olanların daima siyasi kimliklerine bakıldı. Ve herkes kendi ölüsüne ağıt yaktı.

Pekin'in bu çıkışı olası suikastlerin "şok etkisi" yapmasını da engelleyebilir, toplumun oyuna gelmemesini de.

Ben orasını burasını bilmem. Türkiye aynı tuzağa bir daha düşmemeli ve o "infaz timi"nin arkasında durduğu duvarı yıkacak tuğlayı mutlaka yerinden çekip çıkarmalıdır.