Çok enteresan bir hafta yaşadık. Biraz tarih bilgisi olan, "Ancak bu kadar denk gelir" demiştir benim gibi üst üste gelenlere.

ABD'yi merkez alan ve Trump'u da oraya oturtan güç, çok ince planlamış hamlelerini ki, bu kadar "denk geldi" olaylar. ABD Büyükelçiliği'nin üç dinin merkezi Kudüs'e taşınması, tam da Ramazan ayının başlangıcından bir gün öncesine denk getirildi. Aslında Türkiye'ye göre bir gün öncesi. Çünkü, Suud merkezli Vahhabi kuklaları genellikle Türkiye'den bir gün önce başlardı Ramazan ayına. Ama bu yıl "hilal görünmedi" dediler, Türkiye'den bir gün sonra başladılar. Eğer, eskisi gibi bir gün önce başlasaydı İngiliz dini Vahhabiler Ramazan'a, Evancelizmin ve Siyonizmin dünyaya Kudüs üzerinden meydan okuması iyi denk getirilmiş olacaktı. Siyonist katillerin 60'tan fazla Filistinli sivili vahşice katletmesi de, Ramazan'ın ilk teravih namazının hemen öncesinde yaşanmış olacaktı. "İslam dünyası kutsal ayları Ramazan'ın başlangıcında bile bir araya gelemiyor"u çok net gösterdi Kudüs'ün resmen Siyonist işgal altına girişi... İstanbul'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı'nın ortak toplantısından neden etkili bir karar çıkamayacağını da böylelikle anlamış olduk.

* * *

Kudüs'ü İngilizler'e Osmanlı'nın Kudüs cephesindeki Yıldırım Orduları Grubu'nu yöneten Alman Mareşali Erichvon Falkenhayn teslim etmişti. Gazze dahil o bölgenin ve hatta Şam ve Halep'in kaybedilmesinin nedeni Falkenhayn'ın yanlış stratejisinden başka birşey değildi. Aslında Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belliydi. Falkenhayn'ın başarılı olamayacağını ve Osmanlı'nın hezimete uğrayacağını gören Falkenhayn'ın emrindeki Mustafa Kemal, kellesini kaybetme uğruna o günün sadrazamı Talat Paşa'ya ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya rest çekerek bir muhtıra göndermiştir. 20 Eylül 1917 tarihli protesto mektubunda Mustafa Kemal "Memleketi batırdınız, orduyu çökerttiniz, Almanların sömürgesi yaptınız" diyerek istifayı basmış, kimseyi de dinlemeden Halep'ten İstanbul'a gelmişti. (O muhtıranın detayları Kerem Çalışkan'ın Mustafa Kemal'in İsyan Muhtırası kitabında yer alıyor) İstifa ettiği için bir yıl hiçbir görevi de kabul etmemiş, maaşsız, işsiz gezmiştir. Mustafa Kemal'in "isyan muhtırası" nda net bir şekilde beceriksizlikle (veya ihanetle) suçladığı Alman Mareşali Erichvon Falkenhayn, muhtarının üzerinden daha 2 ay geçmeden, başında bulunduğu Yıldırım Orduları Grubu'nun tüm birliklerini çekerek 9 Kasım 1917'de Kudüs'ü İngilizler'e teslim etmişti.

Mustafa Kemal'in "muhtırası" ndaki öngörüler gerçekleşiyordu. Kudüs'ün ardından 1 yıl sonra Şam'a da giren İngiliz General Allenby, meşhur Emevi Camii'nde Selahaddin Eyyubi'nin türbesinde çizmesiyle sandukaya dokunup "Kalk Selahaddin, bak biz yine geldik!" demişti. Bu tavır, "Biz ayının postunu öldürmeden soyarız" diyen İngiliz kibirinin bir yansımasından ibaret değildi. İngilizlerin, tarihi hedeflerini de, kinlerini de hiç bir zaman unutmadığının göstergesiydi.

NATO'ya girdiğimiz dönemde, Türkiye'yi kabul etmenin şartlarından birisi olarak "Kut'ül Ammare zaferi kutlamalarının" kaldırılması gibi... Çanakkale zaferinin ve Kurtuluş Savaşı'nın yeni nesillere layıkıyla anlatılmadığı bir eğitim sisteminin oluşmasını Truman doktrini ile sağlamaları gibi... O sistemle yetiştirilmiş olanların bugün kurmaca bir tarih anlayışıyla zırvalayıp durması gibi...

* * *

İngilizler, o Kudüs'ü ve Filistin topraklarını, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonunda bir Yahudi devleti kurulması için Siyonistlere teslim etmişti. İngilizler, bugün de aynı noktada. 

"Üzerinde güneş batmayan imparatorluk" çizgisinden milim sapmadan yollarında devam ediyorlar. Tarihte uğradıkları hezimetleri de hiç bir zaman unutmuyor, onları yenilgiye uğratan kim olursa olsun intikamlarını ölülerinden bile almak gibi bir hırsa sahipler. Tıpkı onlara Çanakkale hezimetini, Kurtuluş Savaşı'ndaki diz çöktürmeyi yaşatanlara yaptıkları gibi...

İngilizler ve Fransızlar yani Sykes Picot şer anlaşmasının iki tarafı, yarım asır sonra tekrar Suriye topraklarına geldi. Neden? Sykes Picot'la başlayıp, Mondros ve Sevr ile sürdürdükleri plan, 19 Mayıs 1919'da Samsun'da Anadolu'ya ayak basan bir "vatansever Osmanlı kurmay subayı" tarafından yine bozulmuştu. Aslında o Osmanlı kurmay subayının 20 Ekim muhtırası Saray'daki Almanlar'ın kuklası olmuş  Sadrazam (Başbakan) ve Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) tarafından ciddiye alınsaydı, Kudüs ve Şam'da bozulacaktı planlar. O inanıyordu ve inandıklarını da gerçekleştiriyordu. Tıpkı, İngiliz zırhlılarına doğru bakıp, Kartal İstimbotunun üzerinde "geldikleri gibi giderler" sözü gibi...

* * *

Kurtuluş Savaşı'nın kesintiye uğrattığı Sykes Picot'un Osmanlı topraklarının Anadolu dahil tamamının parçalanmış haritasını çizen, Sevr'in maddelerini yazan İngilizler yine aktif bugün. O haritayı "Yuvarlak Masacılar" isimli kuruluş çizmişti. O kuruluş, 1920'de resmiyet kazandı ve "Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstütüsü" adını aldı. Bize hiç yabancı olmayan Exeter Üniversitesi'yle işbirliği içerisinde çalışan ve küresel stratejiler üreten kuruluşun bugünkü adı Chatham House...

İngilizler, tüm kurum ve kuruluşlarıyla, STK'larıyla Ortadoğu sahnesine hızlı bir dönüş yaptı. Bu dönüş hiç hayra alamet değil. Yeni partnerler, kuklalar, Şerif Hüseyin'ler bulmadan bu coğrafyada at koşturmaz İngilizler... Yeter ki, "geldikleri gibi giderler" diyecek birinin olmadığından, 1919'daki gibi isyan ateşini Anadolu'nun her köşesine yayacak dinamiklerin yok edildiğinden emin olsunlar.

İngilizlerin bugünkü muhhibleri unutturmak istese de, Kudüs'te, Gazze'de yaşananlarla başlayan ve düşük volümlü bir 19 Mayıs'la devam eden haftada yaşadığımız ne varsa hepsi bize yüz yıl öncesini hatırlatıyor. "İngiliz mandası olmak kurtuluştur" diyenleri de, "Ya istiklâl ya ölüm" diyenleri de...

Gerçek güneş gibi karşımızda duruyor. İsteyen herkes görebilir. Yeter ki şartlanmış olmasın.