Öğrenciler karne aldılar. Tatile girdiler, sayılı gün tez bitti.  Yarından sonra deniden ziller çalacak. Erzurum’a kulak kabartıp sözü Sivas’a getireceğim.  Çocuklar okuldan neşe içinde ellerinde karneleri ile evlerine dağılmaktadır. Bizim Mehmet, başı önde yüzü asık, kös kös gelmektedir. Annesi de evlerinin kapı önüne çıkmış, Mehmet’in diğer çocuklar gibi müjdelerle gelmesini beklemektedir.

Uzaktan oğlunun gelişini görünce, heyecanı, sevinç umudu söne yazar. Seslenir:

“Hele bah ki balamın çelişine. Segirtsene!” Mehmet kızgın, isteksiz:

“Celiremya.”

“Bahsene mehlenin uşahyarına. De hele sınıfı çeçmişsen?”

“Peh hele şu aneye bah. Galık ağzı konuşiyer.”

“Gurban olaram sana he nasıl gonişiyirsen o dudakların yerem.” Mehmet suçluyu bulmuş:

“Sankim  sınıf geçecek uşah doğurdu da konuşir.” Elbette hiçbir Dadaş evladı anası ile böyle konuşmaz. Belki biraz abarttım. Ama olayı yıllar önce bana anlatmışlardı.

Şimdi gelelim Sivas’a. Ben de Sivas’ın Şarkışla ilçesinde vücut bulmuş biri olarak   Sivasspor’un başarılarına seviniyor, gurur duyuyor, yüreğimle alkışlıyorum. İki hafta önceydi, İstanbul’da Beşiktaş karşısında yine galip ayrılmasının coşkunluğu içinde olan ve aralarında çok değer verdiğim kişiler, bir de üzüntülerini dile getirmekten geri kalmadılar. Üzüntülerinin içinde İstanbul’daki Sivaslılara sitem taşları bulunuyordu. Çünkü, stadyumda Sivasspor taraftarlarına ayrılan koltuklarda boşluklar vardı. Anadolu’nun göbeğinde kentin kara talihini aka çevirmiş ve şampiyonluk tahtına oturan takımın, hemşerileri tarafından desteklenmesi, morallerine moral katılması gerekirdi. Haklılardı.

Böylesi haklılığın arkasından bir “Amma!” ve “Lakin” kelimeleri gelir ki, sevincinize turp sıkar. Gelelim “Amma!’sına. Spordan pek anlamam. İstanbul’a böyle bir maça gitmek için yeygi, geygi, geçim gailesinin dışında cebinizde ucu dışarıya dönük en az iki yüz liranızın olması gerekir.

Buraya noktayı bırakıp, derinleme yorumu size bırakayım da  Erzurumlu Mehmet gibi konuşayım. Sanki refah içinde yaşayan, bir maç için cebinde her zaman iki yüz lirası olan yüz binlerce Sivaslı doğurdunuz da. O iş Karadenizlilere ve özellikle Trabzon’a özgü özellik, güzellik olsa gerekir. Canım, ciğerim, özüm hemşerilerime bir iğnem daha var.

Cehennemin Sivaslılar bölümünün kapısı açık ve başında hiçbir Zebani yokmuş. Sormuşlar “Ya kaçarlarsa?” diye. Görevlinin biri gülümsemiş:

“Kaçmazlar, kaçmazlar. Onlar Sivaslı, biri kaçmaya kalkışsa, diğerleri bacaklarından tutup geri çekerler.”

Elbette teşbihte hata olmaz, sözünü rezerve edelim. Sahi İstanbul’da oy deposu kaç Sivaslı belediye başkanı var? İstihdam ambarı kaç kuruluşun Genel Müdürü Sivaslı? Sivas’ın kaç bakanı, yardımcısı vs var?

İçinizde “Ahmet Efendi, sen bu işlerden ne anlarsın. Şiirle, şuurla oyalan dur,” diyenleriniz olacaktır. Doğru, Namı Diğer “Çolak Hacı” olan Aşık Serdari’den birkaç kıta alındı yapayım:

“Nesini söyleyim canım efendim

 Gayri düzen tutmaz telimiz bizim

 Arzuhal eylesem deftere sığmaz

 Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim

Benim bu gidişe aklım ermiyor

 Fukara halini kimse sormuyor

 Padişah sikkesi selam vermiyor

 Kefensiz kalacak ölümüz bizim

Zenginin sözüne beli diyorlar

 Fukara söylese deli diyorlar

 Zemane şeyhine veli diyorlar

 Gittikçe çoğalır delimiz bizim

Sekiz ay kışımız dört ay yazımız

 Çalığından telef oldu bazımız

 Kasım demeden buz tutuyor özümüz

 Mayısta çözülür gönlümüz bizim

Zenginin yediği baklava börek

 Kahvaltıya ister keteli çörek

 Fukaraya sordum size ne gerek

 Düğülcek çorbası balımız bizim

Serdari halimiz böyle n'olacak

 Kısa çöp uzundan hakkın alacak

 Mamurlar yakılıp viran olacak

 Akıbet dağılır ilimiz bizim

Ey rahmetli Serdari. Sen gerçek dünyada her şeyi görüyorsun. Dağılmış ilimiz dağılacağı kadar, daha ne kaldı ki? Sürçü lisanımız af ola?