Bu ihtimali düşünmek bile istemeyenler düşünmek zorunda. Özellikle "hamaset" nutukları atanların, topluma sanal ötesi senaryolarla Kaf Dağı'nın ardındaki elmayı anlatmayı bırakıp, gerçek dünyaya bir an önce dönmesi şart. Çünkü bu işin şakası yok.

Önce durum ne, onu not edelim: Irak, Libya ve Suriye'de alan hakimiyeti kurmuş, dünyanın birçok yerinde kanlı terör eylemleri gerçekleştiren bir "karanlık çete" var. Ve bu çetenin finansörü olmakla suçlanıyor Katar. Çetenin ana kolunun adı IŞİD veya DAEŞ, DEAŞ, ISIS vs. vs... Bir de aynı çarklarda üretilmiş farklı versiyonları var. Önce Taliban, ardından El Kaide adıyla nam yapan kuluçkadan çıkan irili ufaklı örgütler. Zaman zaman isimleri değişir, ama tanımı nettir: Üzerine "cihad" kılıfı geçirilmiş istihbarat örgütlerinin güdümündeki terör...

Batılılar "radikal İslâmcılar" olarak adlandırmayı seviyor. İslâm dünyasında "tekfirci" deniliyor kısaca kendilerine.

* * * 

Katar'ın yönetimini (annesinin gayretleriyle ve silah zoruyla) babasından   devralan Şeyh Tamim, Trump'un "Beyaz Saray'da görüşelim" davetini reddetti. Trump'un masaya ne koyacağını biliyor çünkü. Ama kuşatma da devam ediyor ve şartlar giderek ağırlaşacak gibi. Türkiye'nin asker göndermesi, İran ve Türkiye'nin "gıda" sevki konusunda Katar'ın yanında olması psikolojik rahatlık verir ama sorunu çözmez.

Suudi Arabistan, Katar sınırına yığınak yapıyor ve her an Tamim'in yerine aile içerisinden bir "kurtarıcı" koltuğa oturabilir. ABD başta olmak üzere "şer çetesi" ile uzlaşmanın yolunu buldukları taktirde, Katar da kenara çekilebilir.

Peki o zaman "terörizmin finansmanı" suçu ortada mı kalacak, yoksa başka bir "günah keçisi" mi bulunacak? IŞİD ve diğer "cihadist görünümlü" terör örgütlerini silahlandırma suçunu İran'ın üzerine atacak halleri yok herhalde...

* * * 

ABD'nin Körfez veya Ortadoğu politikası, 39. Başkanları Jimmy Carter döneminde büyük değişim gösterdi. 23 Ocak 1980'de Carter "Bundan böyle Körfez petrol kaynaklarına ulaşım ABD'nin Ulusal Güvenlik hedefidir" demişti. Durup dururken söylemedi tabii bunu. Sayısını bilmediğimiz strateji-araştırma kuruluşları, üniversiteler ve çalışma gruplarının analizlerinden süzülerek Beyaz Saray'a ulaştırılan "net raporlar" söyletiyordu Carter'e bunu.

Bu hedefe dönük planlar da yapıldı hızla. İran-Irak savaşı, Saddam'ın Kuveyt'i işgali derken bugünlere geldik.

Muhteşem bir tabela asıldı tiyatronun önüne: "Arap Baharı" veya "Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi"  hatta "Medeniyetler İttifakı"..

İşte bu tabelanın altında "Gel vatandaş gel" diye çığırtkanlık yapan herkes, Irak'tan Libya'ya, Sudan'dan Suriye'ye işlenen günahların ortağı oldu. Bazıları para verdi, parası olmayan lojistik destek... IŞİD saflarındaki yabancı katillerin sadece "macera" için mi Suriye'ye koşturduğunu zannediyorsunuz. Kısaca "hepiniz oradaydınız" durumu oluştu.

ABD, silah ticaretini organize ediyor, Hırvatistan, Bulgaristan, Ukrayna gibi "ekonomisi pamuk ipliğine" bağlı ülkelerden alınan silahları, gemilerle, uçaklarla bölgeye ulaştırıyordu. Cebinden tek kuruş çıkmadan... CIA, Pentagon "eldiven" kullanıyordu bu organizasyonda. Eski askerlerden oluşan "lejyonerler"in çalıştığı savaş şirketleri aracılığıyla yapıyordu bütün işi. Hatta bazı ülkelerde "güvenlik şirketi" adı altında, sabotaj, gayri nizami harp vs. eğitimler veren, silah ticareti de yapan şirketler kurdurmuştu.

* * *

Latin Amerika dahil birçok ülkede Black Water gibi savaş şirketlerinin darbeler yaptığını, ya da siyasi iktidarı değiştirecek operasyonlar yaptığını artık bilmeyen yok. Latin Amerika'da işe yarayan bu model, Ortadoğu'da neden işe yaramasın ki... 

Irak'ta, Libya'da, Suriye'de bu şirketler eliyle büyük operasyonlar yapıldı. Yerel ölçekli şirketler kurulmasına da izin verildi. "Yerli ve milli" görünümlü bu şirketler de, tıpkı Black Water gibi "karanlık" organizasyonlar yaparak mensup olduğu ülkeyi "savaş suçlusu" haline getirebilecek eylemlere imza attı. 

Katar'da da benzer operasyonlar yapılması muhtemel. Katar'ın bu hamleleri bertaraf edecek ne istihbarat teşkilatı var, ne de ordusu. Unutmayalım, o bölgedeki tüm devletleri ya İngilizler kurdu, ya da Fransızlar. Hepsinin sarayında da İngiliz veya Fransız kökenli "eş"ler hüküm sürüyor. 

Türkiye'nin Katar'a ambargo uygulayan ülkeleri çok iyi not etmesi gerekiyor. Geçmişte, tek taraflı aşk beslediğimiz o ülkelere bir kez daha sırtımızı dönemeyiz. Asıl hedefin Türkiye olduğunu Tuğçe Kazaz bile anladı. 

Bu saatten sonra eğer "Arap baharı" diyeceksek hâlâ, o bahar en başta Suudi Arabistan'a gelmeli. Ya da bu "ölümcül tiyatro" son bulmalı. Tam 5 kez boşa tetik düşürmüş bir silahı kafaya dayayıp Rus ruletine devam etmenin anlamı da yok, affı da...