Türk Dili ve Varlığı'nın en büyük eseri nedir, diye bir soru ile karşılaştığımızda, kuşkusuz aklımıza Divan-ı Lügat-it Türk gelir. Divan-ı Lügat-it Türk, yalnız bir Türk boyunun değil, bütün Türk dillerinin sözlüğü, gramer kitabı olmanın ötesinde bir genel kültür ansiklopedisi niteliğindedir. İşte bunun için paha biçilemeyecek bir değerdedir. Türk Dünyası bu kitabın müellifi Kaşgarlı Mahmut'u saygıyla anmaktadır.

Kaşgarlı Mahmut kadar saygı ile anılacak iki kişi daha var. O da şimdiye kadar ikinci nüshası bulunamamış olan bu yazmayı ele geçiren, Türklük ve bilim dünyasının hizmetine girmesine aracı olan Ali Emirî Efendi ve ona yardım eden Kilisli Rıfat. Ali Emirî Efendi, milli kültürümüzün temel taşlarından birisi ve son yüzyılın bir gönül eridir.

Ali Emirî Efendi hemen her gün Sahaflar Çarşısına uğrar, daha çok Burhan Efendi'nin dükkanında otururdu. Bulduğu yeni bir kitabı alıp evine giderken, Ali Emirî efendi bir kaç lira daha ucuza aldığını sanarak keyiflenirken, Burhan Efendi de bir kaç lira daha indirim yapmaktan kurtulduğu için mutlu olurdu.

Yine bir yaz günü, Burhan Efendi Ali Emirî Efendi'ye yeni bir kitap düştüğünü, sahibinin 30 lira istediğini, bu kitabı Maarif Nazırı Emrullah Efendi' ye götürdüğünü, O' nun da "İlmiye Encümeni"ne havale ettiğini, Encümenin ise 10 lira teklif ettiğini, sahibinin otuz lirada direndiğini bildirince de iade ettiklerini söylemişti. Ali Emirî Efendi, otuz liralık kitabı merak ederek görmek istemişti.

Burhan Efendi, kitabın Eski Maliye Nazırı Nazif Paşa'nın yakınlarından yaşlı bir kadına ait olduğunu, Paşanın bu kitabı ona verirken "Bak sana bir kitap veriyorum. İyi sakla. Sıkıldığın zaman kitapçılara götür. Altın para otuz lira eder. Aşağı verme" dediği için otuz liranın kadının kulağına küpe olduğunu, daha aşağı vermediğini aslında 30 liraya alınırsa yaşlı ve yoksul kadına iyilik edilmiş olacağını söylemişti.

Ali Emirî Efendi kitabı alacaktı ama yanında onbeş lirası vardı. Bir başkası görür de alır diye korkuyor, para bulmak için kitapçı dükkanını terk etmek istemiyordu. İmdadına Edebiyat öğretmeni Faik Reşat Bey yetişmişti. Faik bey koşup evinden yirmi lira getirmiş, O da Divan-ı Lügat-it Türk'e sahip olmuştu.

    Bu kitabı kimse görmemişti. Ancak Kilisli Rıfat, Katip Çelebi'nin Keşfizunun'unda adından söz edildiğini söylemişti.
    
    Ali Emirî'nin aldığı kitap ağızdan ağza kulaktan kulağa yayılmıştı. Kimseye

göstermiyordu. Diyarbakır mebuslarının ricalarına rağmen Ziya Gökalp' e bile göstermemişti.

    Yalnız Kilisli Rıfat' a güveniyordu. Ondan bağı çözüldüğü için formaları dağılan ve yaprakları karışan kitabın düzenlenmesini istemişti.
Sonunda Ziya Gökalp, Talat Paşa ve Adliye Nazın İbrahim Efendi'nin ısrarları ile yayınlatılmasına razı olmuştu. Bir şartı vardı. O da Kilisli Rıfat'ın matbaada dizgisi, tertibi ve tashihi sırasında hazır olması, orijinalinin Rıfat'tan başkalarının eline geçmemesiydi.

    Bütün şartları kabul edilmiş ve Matbaaya emir verilmiş, tecrübeli dört mürettip görevlendirilmişti. Böylece üç yüz adet üç cilt olarak yayınlanmıştı.

Talat Paşa, önce Ali Emirî Efendiye arzu ettiği bir görevi teklif etmiş, kabul etmeyince bu defa "Zatıalinize küçük bir mükafat olarak üç yüz lira gönderdim. Lütfen kabul buyurun.." diye bir mektup yazmıştı. Ali Emirî Efendi'nin verdiği karşılık şöyleydi.

"Lûtfunuza ve kadirşinaslığınıza teşekkür ederim. Fakat parayı kabul edemem. Çünkü aksi halde vatanî, millî bir küçük hizmet karışlığında para almış olacağım. Bu ise vicdanıma ağır gelecek bir olaydır. Bundan dolayı size teşekkürlerimle birlikte parayı iade ediyorum. Bu parayı yardıma muhtaç olan bir kaç aileye dağıtırsanız ben size müteşekkir kalacağım gibi, Cenab-ı Hak da memnun olur. Bu sadakanın adı Divan-ı Lugat-it Türk sadakası olsun..."

Ali Emirî Efendi ömrünün son yıllarını kitaplarını bağışladığı Fatih'teki Millet Kütüphanesinin kapıdan girilince sağdaki büyük odasında geçirmiş, etrafına topladığı gençleri aydınlatmış, onların gösterdiği saygıdan mutlu olmuştu.

Fransızlar kitapları için otuz bin İngiliz lirası teklif etmişler, ayrıca adına Paris'te büyük bir kütüphane kurmayı, kendisine aşçılı, hizmetçili bir hayat vaat etmişlerdi. Ancak bu teklifi getirenlere verdiği cevap şöyleydi:

"Ben bu kitapları, devletimin verdiği maaşla topladım; öldüğüm zaman milletime kalması için! Bir daha böyle bir teklifle gelirseniz sizi buradan kovarım!"