Dünkü yazımda Dertli’nin İstanbul ve Konya macerasından sonra köyüne dönüşünü anlatmıştım. Bu gün kaldığım yerden devam edeyim:

Sazı ve sözü dinleniyor, halk çevresine kümeleniyordu. Buraya yerleşip kök salmaya karar verdi. Yakınları da onun evlenip çoluk çocuğa karışmasını istiyordu. Onu,  Hafize adında, dul ama genç bir hanımla evlendirdiler. Bu evlilikten Ömer ve Seyid Ali adlı iki oğlu oldu. 

Herkes, iki çocuk babası Dertli’nin gezginliği bırakacağı, karısının ve çocuklarının geçimini sağlaya bakacağını sanıyordu; ancak toprağa bağlı kalmak, ekip biçmek, Dertli’ye zor geldi.  Köyde daha fazla duramadı, sazını sırtlayıp yeniden yollara düştü. Önce kısa sürelerle gidiyor ve köyüne dönüyordu; ama bu süreler uzamaya başlayınca, karı-koca kavgaları başladı. Dertli karısının haklı olduğunu biliyordu. Bir koşmasında, eşinin durumunu şöyle anlatıyordu:

Hatırlayıp sual etmez hâlimden

Kirpikleri kara kalem kaşlı yâr

Zikr ü fikri gitmez benim dilim

(Onu anmak ve düşünmek gitmez gönlümden)

Anadan gülmedik, garip başlı yâr

Esb-i aşka süvâr olsam (Aşk atına binsem) yakışmaz

Hûn-ı dide (Gözümün kanlı yaşı)  deryâlara karışmaz

Çoktan beri küsülüdür barışmaz

Benim ile mercimeği taşlı yâr

Dertli seril sefil gurbet illerde

Beyhûde şöhreti gezer dillerde

Paşam gelir deyu gözü yollarda

Elleri kınalı gözü yaşlı yâr

Dertli, toprakla uğraşıp, alın teri dökmek yerine sazını çalıp dinleterek dinleyenlerin hayranlığını kazanmak, onların yaptığı ikramlarla gününü gün etmeyi yeğliyordu. Kimi zaman pişmanlık duyuyor, başta içki olmak üzere bütün kötü alışkanlıklarını bırakmak istiyordu, ama başaramıyordu. Onun için olsa gerek:

Dertli ölüm haktır âsân (kolay) demişler

Ölümden beterdir hicrân (ayrılık) demişler

Hubbü’l-vatan mine’l-îmân demişler

(Vatan sevgisi imandan gelir demişler)

Gönül o sebepten vatan arzular”

benzeri şiirler söylüyordu.

Kimi zaman da sılâya dönebilmek için Tanrı’ya, “Ricam budur sana Hazret-i Mevlâ / Nasîb et bizlere vilâyetimiz!” diye yalvarıyordu; ama hemen arkasından bu duygulardan sıyrılıyor, gezginlikten, başıboş bir ömür sürmekten kendini kurtaramıyordu. Mısır’da başlayan içki bağımlılığı giderek artmakta, üstüne başına bakmamakta, derbederlik içinde yaşamaktaydı. Bedensel olarak çeşitli düş­künlükleri vardı; sağlık durumu iyi değildi; ama iç dünyası bakımından, inanmış bir tasavvuf adamıydı.

Dönemin kültür merkezleri olan Sivas, Zile, Amasya, Çankırı, Ankara gibi yerlerde dolaşıyordu Köyündeki eşi ve çocukları perişan bir durumdaydı. Dertli bu düzensizlik içinde yıllar geçirdi. Daha uzaklara gitmek istiyordu. Konya’yı kendisi için dar ve küçük görünce, aklını ilk gidişinde hayâl kırıklığına uğradığı İstanbul’a taktı; ama şimdi, şiirleri cönklerde yani halk şairlerinin şiirlerinin toplandığı defterlerde yer alan tanınmış bir şairdi. 

1826’da, ilk gelişinden otuz yıl sonra, yeniden İstanbul’un yolunu tuttu.  Aydın ve sanatsever bir insan olan yeni Pâdişah II. Mahmud, İstanbul’daki semaî kahvelerinde âşıklara imkân tanınmasını sağlamış; “âşıklar kethüdası” başkanlığında loncalar kurdurmuştu. İstanbul’da halk âşıkları, artık eskisi gibi küçümsenmiyordu. İstanbul’un çeşitli yerlerinde semâî kahveleri; Beşiktaş, Aksaray, Tahtakale, Çemberlitaş, Yenibahçe, Unkapanı ve Üsküdar gibi önemli semtlerde âşıkların toplandığı kahvehâneler bulunuyordu.

İstanbul’da kısa bir sürede kendisini kabul ettiren Dertli’nin ustalığı, özellikle Beşiktaş, Tahtakale ve Çemberlitaş’taki semâî kahvelerinde dilden dile dolaşmaya başladı. Âşıklara ve halk şiirine, saza ve söze ilgi duyanlar, Dertli’nin çevresini sardı; büyük bir  ilgi ve saygınlık görmekteydi. Yarın ki yazımda Dertli’yi İstanbul’da nelerin beklediğinden söz edeceğim.