Kendilerini dünyanın sahibi sayan “küresel çete”nin Ortadoğu’da kurduğu planlarda “kestirmeden gitme” kararı almasıyla birlikte, Türkiye’nin “dost” gördüğü ülkelerin de maskesi düştü.

ABD Başkanı Donald Trump’un, Suudi Arabistan Kralı ile birlikte dünya küresi önünde yaptığı kılıçlı gösteri, yeni dönemin başlangıç töreniydi. O güne kadar “müttefik” gördüğümüz ABD için Türkiye artık Büyük Ortadoğu Projesi’nin partneri değil, hedefi haline geldi. Suud ailesinin yönettiği ülkeler de Sünni İslâm’ın lider ülkesi kabul edilen Türkiye’nin karşısında saf tuttu. Suriye’den Libya’ya, tüm alanlarda karşımıza Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri çıkıyor artık.

İsrail’le de sarmaş dolaş oldular. ABD, Türkiye karşıtı cepheyi mümkün olduğu kadar geniş tutmaya çalışıyor ve geçen asrın “İngiliz kuklası” hanedanları da bu görevi seve seve kabul ediyor.

BU KUŞATMA NEDEN?

ABD, sadece Ortadoğu’dan değil, Doğu Akdeniz’den de elimizi ayağımızı çekmemizi istiyor. Patronu olduğu NATO’yu, Fransa ve Yunanistan üzerinden tehdit olarak kullanıyor.

Bölge, İsrail için tamamen güvenli alan haline getiriliyor. Türkiye, İran’la birlikte Siyonist yayılmacılığın ya da “Vaat edilmiş topraklar” hayalinin önündeki son iki büyük engel. İsrail’in uykularını kaçıran Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi yok artık bölgede. Esad yönetimindeki Suriye kendi derdine düşmüş, Lübnan “teslim” bayrağını çekmiş.

Fırat’ın doğusunu da içine alan “Büyük İsrail” projesinin gerçekleşmesi için içine kapanmış, güçsüz bir Türkiye arzuluyor küresel çete. Doğu Akdeniz’deki haklarını elde etmiş, ekonomisi güçlenmiş bir Türkiye, ABD’nin Fırat’ın doğusunda kurmak istediği Kürt devletine geçit vermez. İsrail’in, Kudüs dahil, vaat edilmiş topraklardaki hedeflerine de…

ABD’nin, NATO’ya üyelik yolculuğumuzun başından itibaren Türkiye’de kurduğu oyunları şimdi çok daha iyi anlayabiliyoruz. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Truman doktrini ile başlayan oyunlardan söz ediyorum.

NATO’YLA YOLCULUĞUMUZ

Bastırılmaması halinde Türkiye’yi iç savaşa ve belki de işgale sürükleyecek 15 Temmuz, filmin son karesi değildi. Devamında neler olabileceğini kestirmek hiç zor değil. Ama önce filmin başından bu yana geçen tarihi akışı hatırlayalım.

Truman doktrini ve Marshall yardımları ile başlayan “müttefik”likle birlikte ABD, önce eğitim sistemimize el attı. Ülkenin geleceğine hükmedecek kuşakların, sorgusuz sualsiz Sam Amca’nın kontrolünde olması gerekiyordu çünkü. Ülkeyi yönetmeye aday olacakların “Küçük Amerika” rüyası görmesi de. Ülke halkı için yeni hikâyeler yazmak gerekiyordu.

27 Mayıs darbesi, ülke halkının iki gruba ayırdı ve bir kan davası başlattı. Arka planda da TSK içindeki “manda karşıtı” damarın tasfiye edilmesiyle sonuçlandı. Üniversitelerdeki ABD karşıtı gençlik için de planları vardı içimize giderek kök salan “derin NATO”nun.

İdeolojik olarak ayrı noktalarda bulunan ama birbirleri ile konuşabilen gençlik ABD için tehditti. Onların arasına da “kan” girdi. Ülkeye dair siyasi tartışmalar yapan “sol” ve “sağ” çatışır hale getirildi. 12 Mart’la, topluma, siyasete ve silahlı güçlere bir format daha atıldı. 3 gencin idamıyla da gençliğe…

ABD dostu oligarşik yapı güçlenirken, ülkenin umudu gençler birbirlerine kurşun atmakla meşguldü. Ülke öyle bir hale geldi ki, 12 Eylül darbesi “düğün bayram” gibi karşılandı. Liberalizm ülkenin yeni yönetim modeliydi ve siyaset buna göre dizayn edildi, silahlı kuvvetler de…

Her darbe ve muhtırada ülke biraz daha kan ve enerji kaybetti. Ekonominin çarkları, dış destek olmadan dönemez hale getirildi.

KIRK KATIR-KIRK SATIR

Küresel çetenin “güvenlik şemsiyesi” olarak gördüğü NATO’da artık Türkiye’ye ihtiyacı kalmadı. Ortadoğu ve Balkanlar’da yeni üsler kurması, hem Türkiye’nin olmadığı bir NATO’ya hazırlık, hem de İsrail’in “tehdit” gördüğü ülkeleri kuşatmayı amaçlıyor.

ABD ve AB ile yaşanan krizin tek sebebi doğalgaz paylaşımı değil. Küresel çetenin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki hedeflerine Türkiye’nin uymaması ve İran’a operasyonun önünü açmaması.

ABD ve AB, Türkiye’nin “yaptırım” tehditleriyle yolundan dönmeyeceğini çok iyi biliyor. Hedef; krizi kontrollü bir şekilde tırmandırarak zamana yaymak, bu arada Fırat’ın doğusu ile İsrail’in çevresinde arzu ettikleri “güvenli alan”ları oluşturmak… S-400’leri iade etsek de, Suriye’nin Kuzeyi ile Libya’dan elimizi çeksek de, küresel çetenin Türkiye’ye dönük tavrı değişmeyecek.

Suudi Arabistan’ın Yunanistan’a jetlerini göndermesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Türkiye karşıtı cepheye ekonomik kaynak sağlaması gibi adımlar, masa dışı diplomasinin “kolpacı” adımlarından başka bir şey değil.

Yaptırım şantajı tutmayınca yeni hamleleri; içimizdeki Vahhabi-Selefi uzantıları kullanarak kaosu Türkiye topraklarına taşımaya çalışmaları olacak. Bunun için uzun süredir kuluçkaya yatırdıkları yumurtaları yavaş yavaş uyandırmaya başladılar.

MİT ve Emniyet’in son dönemde yaptığı IŞİD’e dönük operasyonlar, Ankara’nın bu tehlikenin farkında olduğunu gösteriyor. Cübbeli Ahmet’in bile “2 bin tane Selefi dernek var. Silahlanıyorlar” feryat etmesi boşuna değil.