Haziran ayına girmeden Televizyonlar, tatil beldelerinin görüntüleri ile dolu. Yavaş yavaş biz de zamana ve mekâna uyacağız. İlkbaharın ilk günlerinin serin havalarına özlemli sıcak yaz günlerinden yakınacağız. Gönlümüz arzuluyor ki, ülkemiz huzur içinde bulunsun, biz de yürek sızısı duymadan mavi gökten, mavi denizden, yeşilliklerden söz edelim.  Tam anlamıyla daha karpuz kabuğu denize düşmedi ama, deniz bizim düşümüze düştü. Şimdi denizden uzak, denizi hayal ederek serinlemekteyim. Yahya Kemal'in Deniz Türküsü'nü hatırlamaya çalışıyorum:

Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin, seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça,
Ve hayalinde dolan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardından büyür tenhalık,
Başka bir çevredir, gitgide, dünya artık.
Daldığın mihveri, gittikçe sarar başka ziya;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın derya...

Bu minval üzere devam ediyor Yahya Kemal'in Deniz Türküsü. Şiirin sonunda  hayal gibi gerçeğe ulaşıyor:

Çıktığın yolda, bugün yelken açık, yapayalnız.
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız;
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

Deniz ve hayal.. Bildiğiniz gibi Yahya Kemal'in "Açık Deniz" şiirinde de Balkan şehirlerinde geçen çocukluğunun hayali vardır.

"......

Ufkun dört duvarına kanadını vurarak
Rüzgâr sürüklenirken derinlerden derine
Gümüş yelkenlerini yüksekten savurarak
Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine...

Ali Mümtaz Arolat, "Bir Gemi Yelken Açtı"da insanları varlık dışı bir bilinmeyen âleme doğru giderken tasvir ediyor. Bu ümitsiz bir yolculuktur. Ömer Bedrettin Uşaklı "Deniz Sarhoşları"nda insanlığın en eski çağlarına özgü mitlere gidiyor. Şair, denizin dalgalarını olduğu gibi anlatmıyor, onlara beşeri bir takım vasıflar kazandırarak efsaneleştiriyor.

Yüksek mağrur başları, akşam renkleriyle yanık, ufkun kızıl şarabına tapan, en yakın arkadaşları rüzgârların ıslığı olan dalgalardır bunlar:

Köpükten omuzları birbirine dayanmış
Yüksek, mağrur başları akşam rengiyle yanmış
Sahile koşuyorlar bak deniz sarhoşları! ..

Bazen yırtık yelkenli bir sandala çarparak
Bazen ufkun kıpkızıl şarabına taparak
Gitgide coşuyorlar bak deniz sarhoşları! ..

Rüzgarların ıslığı en yakın yoldaşları
Yıllarca dövünerek içi yenmiş taşları
Bir anda parçalayıp doyacak bu sarhoşlar! ..

Çılgın gönüllerinde aşkın en büyük kini
Yosunlu kayaların o yeşil gözlerini
Deli aşıklar gibi oyacak bu sarhoşlar! ..

Cumhuriyet döneminin ressam şairlerinden Bedri Rahmi Eyüpoğlu, doya doya seyrettiği, yeryüzünün renklerinden usanmış gibi, denizlerin diplerini özlemekte. Hayal dünyasındaki deniz öyle bir denizdir ki, rengi yoktur:

Değil kardeşim değil,
Benim sevdiğim denizlerin dibi,
Ne mavi, ne yeşil, ne camgöbeği,
Benim sevdiğim denizlerin dibi renk değil.

........................

Yaz aşı, deniz aşı,
Denizdir her işin başı.
Denizle başlamalı her şey,
Denizle bitmeli,
Kelleyi koltuğa almalı,
Dibi görünen denizlere gitmeli.

Yine Cumhuriyet döneminin yeni şiir öncülerinden olan Orhan Veli Kanık, "Deniz Kızı" şiirinde deniz ile kadın arasındaki ilişkiyi anlatmış. Sanatçı burada, yoksul bir balıkçı kızını gözlerimizin önüne getiriyor. Aslında balıkçının kızının yoksulluğundan çok, varlığında taşıdığı denizi bize yansıtmakta.

Denizden yeni mi çıkmıştı neydi;
Saçları, dudakları
Deniz koktu sabaha kadar;
Yükselip alçalan göğsü deniz gibiydi.
Yoksuldu, biliyorum
-Ama boyna da yoksulluk sözü edilmez ya-
Kulağımın dibinde, yavaş yavaş
Aşk türküleri söyledi.
Neler görmüş, neler öğrenmişti kim bilir,
Denizle boğaz boğaza geçen hayatında!
Ağ yamamak, ağ atmak, ağ toplamak,
Olta yapmak, yem çıkarmak, kayık temizlemek...
Dikenli balıkları hatırlatmak için
Elleri ellerime değdi.
O gece gördüm, onun gözlerinde gördüm;
Gün ne güzel doğarmış meğer açık denizde!
Onun saçları öğretti bana dalgayı;
Çalkandım durdum rüyalar içinde.