Hamamizade İsmail Dede Efendi. 9 Ocak 1778 İstanbul’da doğdu. Mevlevi olduğu için “İsmail Dede” “Dede Efendi”, babası hamam işletmecisi olduğu için, “Hamâmîzâde” diye tanındı.

Padişahın takdirini kazandı.  Sarayda haftada iki defa düzenlenen küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı. Ayrıca bizzat padişah tarafından Murassa’ imtiyaz nişanı ile ödüllendirildi.  

Gelelim Gülnihal’in öyküsüne:

Vals ritmi 16. yüzyılın ortalarında Fransa’da ortaya çıktı. Dünyaya yayıldı. 18. ve 19. Yüzyılda, sarayların ve baloların vazgeçilmez dans müziği oldu. Osmanlı’da bu ritim İsmail Dede Efendi’ye gelinceye kadar bilinmiyor, kullanılmıyordu.

19. yüzyıl başlarında bir Fransız müzisyen Osmanlı Sarayı’na konuk geldi. Ağırlama görevi İsmail Dede Efendi’ye düştü. Bir ara Fransız müzisyen, biraz da küçümseyerek Dede Efendi’ye sordu.

-Siz valsi hiç duymadınız mı? Bildiğim kadarıyla Osmanlı’da vals hiç bilinmiyor. Bu konuda bir eseriniz var mı?

İsmail Dede Efendi:

 “Bu vals nasıl bir? Bir örnek verebilir misiniz? Belki biliyoruzdur,” dedi. Fransız müzisyen, kemanıyla en popüler vals parçalarından birini çaldı.  Dede Efendi parçayı sonuna kadar dinledikten sonra:

“Tamam,” dedi. “Biz bu valsi yüzyıllardır biliyoruz. Arşivimde bir örneği olacaktı. Müsaade ederseniz bir bakıp notalarını getireyim.”

Dede Efendi konuğunun yanından ayrılarak, odasında 15 dakika içerisinde “Yine bir Gülnihal aldı gönlümü” adlı parçayı besteleyip, notaya geçdi ve Fransız müzisyenin yanına geldi:

“Buyurun,” dedi. “Bulmak biraz zamanımı aldı.” Çalmaya başladı bestesini.

Fransız müzisyen parçanın daha ilk notalarını duyar duymaz kıskanmadan edemedi.  Mahcup oldu. Dede Efendi son darbesini vurdu:

“Biz valsi yıllardan beri biliriz ama kulağımız daha gelişmiş müzik zevklerine alışık olduğundan bunu pek kullanmayız...”

İşte valsin Osmanlı’ya girişi böyleydi. “Gülnihal” adlı beste bizim kültürümüzün ilk vals eseri oldu.

Bir başka anlatı da şöyle:

Padişah da Dede Efendi’den daha batılı tarzda eserler ortaya koymasını istedi. Batıdan bir kültür ve müzik grubu gelmişti. İlk önce Fransız müzisyenler konserini verdi. Davetliler neşeli zaman geçiriyorlardı. Fakat padişah kara kara düşünüyordu. Bu anlayışla Fransızların konserinin ertesi günü Dede efendinin konseri vardı. Eğlence yerini ağır şarkılara bırakacaktı.

Bu durumu gören Sultan Abdülmecit, Dede Efendi'yi çağırdı. "Bu gün yapılan eğlenceyi gördün yarın için ne düşünüyorsun? " diye sordu.

Dede Efendi "Hiç merak etmeyin padişahım," dedi. Ertesi gün Abdülmecit 'in hiç umudu yoktu. Konserine başladı Dede bir gün içinde bestelediği ‘‘Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü’’ şarkısı vals ritimlerinle konsere başladı ve bütün davetliler zevkle dans edince Abdülmecit'in keyfi yerine gelmişti.

“Yine bir gül-nihal aldı bu gönlümü

Sim-ü ten gonca fem, bi bedel, bir güzel

Ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü

Pür eda, pür cefa, pek küçük, pek güzel

Görmedim kimsede böyle bir dilruba

Böyle kaş, böyle göz, böyle el , böyle yüz

Aşıkın bağrını üzmeğe göz süzer

El-aman, el-aman her zaman ol güzel…”

Bu eser çok beğenildi ve Abdülmecit altınla Dede Efendi'yi ödüllendirdi. Fakat Dede Efendi'nin hoşuna gitmedi çünkü kendisi daha çok sanat değeri taşıyan eserlerden yanaydı. Abdülmecit ise devamını ve batı müziğine yakın besteler yapması için ısrar ediyordu.