İzmir’de deprem oldu ve bizler yeniden aynı cümleleri bir kere daha duyduk. Şöyle oldu, şöyle olmalı, o suçlu, hayır siz suçlusunuz gibi sözler havada uçuştu. Deprem yıkıntılarının üzerinde siyasi gösterilere de şahit olduk. Kimse gerçeği söylemedi. İnsanları öldüren birincil neden yetersiz, eksik, malzemeden çalınmış binalar değil o binaları yapan, izin veren, yeterince denetlemeyen çürümüş, çürük, alçak insanlardır demedi. Hepimiz biliyoruz ki insanları öldüren depremden çok hırsızlardır.

Çürümüş bir zihniyetin, çürümüş kişiliklerin yarattığı, yön verdiği, şekillendirdiği bir çağın içinde yaşıyoruz. Açgözlülük ve cehalet ilkel bir zihinde bir araya gelince korkunç bir canavar çıkıyor ortaya. Üstelik bu canavarların görüntüsü sıradan insanlar gibi ve bizler bu yüzden onları insan sanıp kolayca kandırılıyoruz. İnsan sandığımız için de her gün başka bir acı yaşamaya devam ediyoruz.

Onlardan biri marketine daha çok alan açmak için binanın kolonlarını kesebiliyor. Cehaleti ve açgözlülüğü onlarca insanı öldürüyor. Aynısını İstanbul Avcılar’da gördük; otomobil galerisinin sahibi bir tane fazla araba sokabilmek için dükkanına binanın kolonunu kestiği için yıkılmasına ve onlarca insanın ölmesine neden oldu. O depremde bir bina da altında bilardo salonunda bilardo ıstakası kolona çarptığı için kolonu kesen kafe sahibi yüzünden yıkıldı.

Bir kez daha tekrarlamakta yarar var; bizleri depremden çok cehalet, açgözlülük, hırsızlık,  eksik ve yavaş işleyen adalet sistemi öldürüyor.

Hani bazı bilim kurgu filmlerinde görmüşsünüzdür insan suretinde sizlere görünenlere özel bir aletle baktığınızda gerçek ve korkutucu yüzleri açığa çıkar ya artık sokaktaki bir çok insanın da çoktan canavara  dönüştüğünü düşünüyorum. Sanki insan maskeleri birden yok olacak ve hepimiz bizleri ömür boyu tiksindirecek yüzlerle karşılaşacağız. Sokaktalar, aramızdalar, her yerdeler. Arada maskeleri düşüyor ve bizler bu yüzden huzursuzuz.

Onca felaket yaşadık, binlerce insanımız öldü, yaralandı, sakat kaldı tüm bu felaketlerden sonra ekranlara çıkanların kurdukları cümleler hiç değişmedi. 1999 da yaşanan depremden bu yana yaklaşık 21 sene geçti ve değişen hiçbir şey olmadı. Hepimiz birkaç gün içinde aynı evlerimize girip yaşamaya devam edeceğiz. Unutacağız. Unutmak; bu kadar çabuk ve her şeyi unutmak belki de bu toplumun lanetidir.

Hırsızlık normalleşti artık. Rüşvet, adam kayırma, dolandırıcılık normalleşti. Bütün kötülükler artık normal kabul ediliyor. Hâl böyleyken, adalete güven kalmamışken, insanlar korkuyla kabuğuna çekilmişken kötü giden ne düzeltilebilir ki? Hırsızlar sadece paranızı, malınızı çalmaz; hırsızlar bir gün kızınızı, oğlunuzu, bir gün eşinizi, annenizi, babanızı sizden çalabilir. Yaptığı apartmanlarda eksik koyduğu demirle, çimentoyla yapar bunu. O inşaatı denetleyecek memur aldığı rüşvetle belki de sevdiğiniz birinin hayatını yıllar öncesinden çalmıştır. Arsa üretmeyi başaramayan belediyeler ve belediye başkanları bataklık alanları oy uğruna imara açtığında bütün ailenizin yok oluşunu hazırlamış ve sizi bu dünyada yapayalnız devasa bir acıyla baş başa bırakıp çoktan yaşan bir ölüye dönüştürmüştür.

Açgözlülük, cahillik ve hırsızlık hepimizi öldürmeye devam ediyor. Ey halkım sen unuttuklarınla, bilmediklerinle, görmezden geldiklerinle hepimizi öldürmeye devam ediyorsun.

Onca ezberlenmiş, binlerce kere kurulmuş cümlelerin arasında farklı bir cümleyi bu felaketin ardından ilk kez Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’dan duyduk;

“Yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır. Depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, zenginin enkaz altından çıkarıldığını görmeyeceksiniz. Sorun yoksulluktur” dedi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan.

Bütün gerçeği yüzümüze vurmuyorsa bu cümle hep beraber çürümeye devam edeceğiz demektir. Bunca yoksulluğumuzun nedeni ise hırsızlardır.