Yarım asırdır operasyon üzerine operasyon çekilen Türkiye, zor bir virajı dönerken bir yanda "lale devri" yaşanıyor, diğer yanda koltuk savaşı... Koltuk savaşının yaşandığı yer, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu parti. 1999 yılında yüzde 10 barajını aşamayan, sonraki yıllarda yapılan tüm seçimlerde yüzde 25'i başarı sayan CHP'de, uzun zamandır kaynayan kazanın buharı ekranları ve gazete sayfalarını daha yeni kaplamaya başladı. Partiyi izleyenler "Biz bu filmi daha önce de görmüştük" diyor mu bilmiyorum ama, ben henüz yeni bir şey duymuş değilim. Ne partiyi yönetenlerden, ne de "Siz iyi yönetemiyorsunuz, kenara çekilin" diyenlerden. Ne yapacağını anlatan da yok, nasıl yapacağını izah eden de...

CHP, referandum öncesi hatalarını konuşmadan, sonrasında nelerin yapılıp-yapılmadığını konuşmayı tercih ediyor. Referandumdan önce de herkesin bir hesabı varmış demek ki!..

Bülent Ecevit'in CHP'de genel başkan olduğu dönemde "ağrıyan azı dişi" olan Deniz Baykal, 1999'da barajın altında bıraktığı, 2007'de "oligarşik vesayetin kalesi" gibi konumlandırdığı partinin, 2019'da cumhurbaşkanı adayı göstereceği ismi şimdiden ilan etmesi için bastırıyor. Bugün, CHP'nin ve muhalif kesimin yakındığı ne varsa hepsinde öyle veya böyle büyük katkısı olan Baykal, "bir bilen" rolünü layık görüyor kendisine.

Siyasetin "isabetli karar alma", bu kararlarla "iyi sonuç alma" ve "başarısız olunca bedel ödeme" kurallarını yok sayarak hem de...

Diğer yanda, bir önceki kongrede Kılıçdaroğlu'na karşı kaybetmiş bir Muharrem İnce var. Yine imza toplayıp genel başkanlığa aday olmak için kolları sıvamış, fırsat verildikçe de medya aracılığıyla "Ben bunların yapamadığını yaparım" diyerek Genel Merkez yöneticilerini hedef tahtasına koyuyor.

"Kılıçdaroğlu CHP'si ne yapması gerekiyordu da yapmadı?" sorusuna cevap okumadım henüz İnce'nin ağzından. Veya "hangi kadroyla neleri nasıl yapmalı"yı da... Çünkü, CHP'nin "asıl" sorunu, öyle açık açık dillendirilip tartışmaya açılabilecek kadar basit değil. Dillendirilip çare aranması halinde bile "kan kaybına" yol açacak bir kronik hastalık var parti bünyesinde.

İstanbul ve ilçe örgütlerine bakınca bu hastalığı net bir şekilde görmek mümkün. Öyle röntgen falan çekmeye, derin analizler yapmaya hiç gerek yok.

* * *

Peki, Kılıçdaroğlu ve ekibi gerçekten başarısız mı? 2014 yerel seçimleri, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 7 Haziran ve 1 Kasım genel seçimleri, ardından 16 Nisan referandumu... Son yıllardaki sandık maratonunda CHP'nin bir adım dahi sıçrama yapamadığı net bir şekilde ortada.

Sorun nerede peki?

İşte yukarıda bahsettiğim "kronik hastalık" halinin devam etmesinde, CHP'nin geniş kitleleri kucaklayacak siyaset ve söylem üretememesinde, ürettiğini de anlatma sorunu yaşamasında.

Çok net bir örnek vereyim, konuyu kapatalım: 16 Nisan referandumuna sayılı günler kala, tüm propaganda dönemini Anayasa maddelerine ayırmış olan Kemal Kılıçdaroğlu, gece vahiy gelmiş gibi ortaya çıkıp "15 Temmuz kontrollü darbe girişimidir" dedi. Hangi kamuoyu araştırma şirketine anket yaptırırsanız yaptırın, halkın yüzde 98'inin "İhanettir, vatan hainliğidir" diyeceği bir zifiri karanlık kaos girişimi için söyledi bu sözü Kılıçdaroğlu. Sonrasında ne kadar açıklamaya kalkarsa kalksın, o güne kadar tüm söylemini "FETÖ hayır diyor, PKK hayır diyor, Kandil hayır diyor, İmralı hayır diyor"dan öteye götüremeyenlere yeni bir argüman vermiş oldu. Bu hatalı çıkışın o ana kadar kararsız olanlar üzerindeki negatif etkisini araştırsınlar, ne demek istediğimi daha iyi anlayacak CHP kurmayları... Madem 15 Temmuz "kontrollü" idi, çok önemli bilgileri vardı 16 Nisan'dan sonra neden bu konuda tek kelime etmiyor Kılıçdaroğlu? Kulağına fısıldayan, "kısa dönem gazeteci"ye güvenini mi yitirdi yoksa?

* * *

Son olay, Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e insafsızca, çirkince, hatta hiç bir dini, vicdani ve insani ölçüye sığmayacak şekilde yapılan saldırılar... CHP, suç duyurusunda bulundu, grup toplantısında konuştu, konu kapandı... Mahkeme, "yakalama emri" çıkardı iftiracılar için. Biri de dün teslim oldu.

Konuyla ilgili en can alıcı değerlendirmeyi, "Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü yaptı. Mustafa Kemal Atatürk'ün annesine hakaret edenleri eleştirip, bu hakaretlerle vatandaşın tahrik edilmek istendiğini söyleyen Cübbeli Ahmet, "Bu da CIA'in oyunu" dedi.

Evet, bu bir CIA ve irtibatta olduğu istihbarat örgütlerinin beşinci kol faaliyetidir. Türkiye'de, toplumsal kesimler arasındaki uçurumu biraz daha derinleştirmek isteyenlerin; Truman Doktrini'nden bu yana oluşturdukları dinamiklerin bir bölümünü yeniden sahaya sürmesi operasyonudur...

Bu operasyonu, Kemalistlerin geçmiş sabıkalarından dolayı Atatürk'e düşman kesilenlerden oy alan AK Parti'nin değil, CHP'nin ortaya çıkarma görevi vardır. Çünkü, Atatürk'ün en büyük mirasını ele geçirmek için kıyasıya bir yarışa girdiler yine... Belki de, son kavganın altında bile Atatürk düşmanlarını sahaya sürenlerin parmağı vardır. “Böyle bir şey olabilir mi?” demeyin, bu gözler neler gördü…