Balkan coğrafyasında "etnik ve dini radikalizm", topraklarındaki ve devlet yapısındaki hakimiyeti zayıflamış Osmanlı'ya karşı kullanılan en etkili silahtı. Başarılı oldu da. Kendisini Bizans'ın devamı sayan Yunanistan için yeterince malzeme vardı zaten. Osmanlının yönetim tarzında sorun olmasa bile, "megalo idea" ateşi, hiç bir zaman Greklerin içinde sönmedi. 1. Dünya Savaşı'nın çıkmasını sağlayan son kıvılcımı yakan Sırplar için de aynı şey geçerliydi. Balkan coğrafyasını tek kutuplu dünyaya göre yeniden dizayn etmek isteyenler için malzeme çoktu. "Etnik ve dini farklılık" cini, zaman ve zemin çok müsait olduğu için hızla şişeden çıkarıldı. Komünist dönemin etkisizleştirdiği kilise, yeniden cazibe merkezi haline geldi. 

1990'lı yılların en yaygın modası, ucunda haç sallanan kolye, haç şeklinde dövmeler falan oldu. Komünist dönemde "illegal" yaşanan dini ritüeller de yeniden canlanmaya başladı. Yetişkinler için bir "özlem", yeni yetişen nesiller için de "özenti", insanları tekrar kiliseye yöneltmeye başladı. Ama kısa sürdü bu moda. Kapitalizmin "ışıltılı dünyası", dinin getirdiği sınırlamalara karşı zaferini ilan etti.

Ama "etnik kimlik" konusunda aynı mahareti göstermedi kapitalizm. Aksine körükledi de. Çünkü, Balkan coğrafyasının Yeni Dünya Düzeni'ne uygun şekle getirilebilmesi için en büyük sermayeydi "etnik" siyaset...

* * * 

Türkiye, SSCB'den bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetleri ile Balkan coğrafyasındaki Osmanlı bakiyesi nüfusu bugün Fethullahçı Terör Örgütü diye adlandırılan Fethullah Gülen camiasına havale etti. Özal'ın belki de o dönemin şartlarında tek çaresiydi. Hazırlıksız yakalanmıştı Türkiye doğu blokunun yıkılmasına. Ama sonraları alternatifini de oluşturmak için hiç bir çaba sarf edilmedi. Yugoslavya iç savaşında diğer cemaatler ve sivil toplum kuruluşları da seferber olmaya çalıştı ama pek bir varlık gösteremediler. 

Yugoslavya iç savaşından sonra ortaya çıkan "kaygan zemin" ve "denetimsiz alanlar", ABD'nin Afganistan'da kurduğu El Kaide için de iyi bir "pratik alanı" oluşturdu. ABD'nin atölye üretimi "sözde mücahitler", daha sonra kameralar karşısına geçerek itiraflarda bulunacak ve ayrıntılarıyla anlatacaktı o yılları. Üsame Bin Laden'in eski korumasının itiraflarına bu sütunda yer vermiştim bazı gerçeklerin net anlaşılması için.

El Kaide'nin ayak bastığı topraklara, doğal olarak Lawrence'in kuklaları da el attı. Suud parasıyla Vahhabiliği yaymak için Balkan coğrafyasına gelenler, İslâmiyete susamış halka Selefiliği empoze etmeye başladı. Şimdi, gerek parçalanmış Yugoslavya topraklarında, gerekse Bulgaristan'da etkilerini sürdürmeye devam ediyor bu dinamikler...

Onların oluşturduğu antipati, Müslüman karşıtları için de güçlü bir sermaye oluşturuyor. "Cihad" diye adlandırdıkları terörizm savunuculuğu, tüm Batı toplumlarında olduğu gibi Balkanlar'da da "İslamofobi"ye dönüşüyor hızla.

* * * 

Bulgaristan'da, 1990'lı yıllarda Türkiye'nin de desteğiyle üç ilahiyat lisesi açıldı. Osmanlı döneminde Bulgaristan'daki Müslüman halkın eğitmen ve din adamı ihtiyacını karşılamak üzere kurulan Şumnu Nüvvap Medresesi'nin komünizmin son dönemlerinde kapatılmış olması nedeniyle ihtiyaç vardı bu okullara. Ama bu 3 liseyi de açan, öğretmenlerini oluşturan FETÖ mensuplarıydı. 

Bugün hâlâ aynı grubun elinde bu okullar. Siyasetle iç içe geçmiş vaziyette ve verdikleri eğitim din eğitimi olmaktan çok, belli bir zihniyeti empoze etmekten ibaret. İslâm Peygamberi Hz.Muhammed'in tüm insanlığa örnek hayatından çok, "biat" ettiklerinin hayatlarının anlatıldığı okullar. Bunun dışında, Türkiye'den ve değişik ülkelerden gelen Müslüman öğrencilerin kaldığı evler elbette Bulgaristan, Yunanistan ve diğer Balkan ülkelerinde de hayli yaygın.

Kısaca; Bulgaristan'da Müslüman nesil, FETÖ ve Vahhabilik arasında sıkışıp kalmış durumda. Yaşlı nüfus "kefensiz gömülme" ızdırabı altında, gençler ise işsizlik kıskacında çare arayışında. Bugün, boynuna haç takan, misyonerlerin sunduğu imkanlardan yararlanmak için kiliseye gidip gelmeye başlayan Müslüman Türk genç sayısı hızla artıyor. 

Bilinçli olarak pompalanan "Bulgar ırkçı saldırılar"dan endişelenen, İslâm adına kendisine dayatılan "farklı akımlara" tepki gösterenler, isimlerini bile değiştirmek için çaba harcıyor.  

* * *

FETÖ-Vahhabi kıskacı, Bulgar siyasetçilerin de işine geliyor. Radikal unsurların çıkaracağı problemler, tüm Müslümanlara getirecekleri sınırlamalar için geçerli sebepleri oluşturacak çünkü. Camilere yazılan ırkçı yazılar, kesik domuz başı asılması, kundaklama girişimleri, taşlamalar falan bu yüzden "faili meçhul" kalıyor.

Başbakan Boyko Borisov'un, tek başına iktidar olmak için Türkiye'deki Bulgaristan vatandaşı Türklerden de oy almak için teşebbüste bulunmaktan son anda vazgeçmesi de "ırkçı siyasete teslimiyet"ten başka birşey değil. Türkiye'den bir derneğin yetkilisiyle, Borisov'un adamlarının yaptığı ayak üstü görüşme bile bugün "skandal" şeklinde yansıyor Bulgar gazetelerine.

Bulgaristan'ı yönetenler, tüm enerjisini Ortadoğu'daki çatışma bölgelerine silah satışına harcamayı yeğliyor. Günlük politikalarla da "etnik ve dini siyaset"in rantıyla koltuğu korumaya çalışıyorlar. Türkiye'nin işi başından aşkın, yönünü tamamen Ortadoğu'ya dönmüş durumda.

Her iki ülkenin menfaati, "etnik ve dini kimlik" siyasetinin yıkıcı sonuçlarına karşı el ele vermekten geçiyor. Sofya ve Ankara hızla Vahhabi-FETÖ bloğunu oluşturmalı. Aksi taktirde Balkanlar'da huzuru korumak çok zor olacak.