Geçenlerde bir arkadaşım köyüne davet etti. Yüzlerce yıldır orada olan çınarların altında uzun uzun sohbet ettik. Kazdağları'nın hemen eteklerinde yer alan köy bölgenin diğer köyleri gibi çok boşalmamış. Bayramiç ilçesinin birçok köyü neredeyse hayalet köye dönmek üzere. Evler yıkılmış, nüfus azalmış sadece yaşlılar var. Genç neredeyse hiç yok. İnsanlar topraklarını bırakıp büyük şehirlere göçmüş.

       Çeşitli nedenleri var bu durumun. İlk neden ekonomik olarak görünse de bence ekonomik nedenler sıralamada daha da gerilerde. Bence ilk neden insanların kafasına sokulan görüntüler, oluşturulan algı. Artık gençler köylü olarak adlandırılmak istemiyorlar. Kafalarına onlarca görüntü yerleştirilmiş. Görsel araçlardan üstümüze boca edilen yaşam biçimlerini gerçek zannediyorlar. Bambaşka hayaller kurduruyorlar gençlerimize. Sevme ve ya aşık olma biçimleri bile artık öğrenilmiş tekrarlar.

       Başka bir dünya izletiliyor. Çağımızın Hasan Sabbah'ı televizyon denen o çok rekli kutu. O renkli kutuyla insanları hipnotize etmeye  devam ediyorlar. Orada şehirde geçen hayatlar var. O hayatlarda arabalar, evler, deniz kenarları, muhteşem aşklar, başarılar falan var. Her gece (artık gündüzleri de) insanlar iki, üç ve ya daha fazla ''kahraman'' izliyor ve izlerken o karakterlerin yerine koyuyor  kendini. Ve o kutunun  başından kalkınca yani dışarı çıkınca kendi hayatıyla karşılaşıyor ve gördükleri hiç hoşuna gitmiyor. Bu hoşnutsuzluğu gidermek için de adının başındaki köylü sıfatından kurtulmak istiyor. Kaçmaya, saklanmaya çalışıyor. İnsan özünü bulmadan huzura erebilir mi? Kendim cevaplayayım bu soruyu; hayır.

       Bu konuda söylenecek çok söz, kurulacak çok cümle var ama biz sıralamadaki diğer konulara değinelim kısaca. Bu yaşanan durumun ana nedenlerinden biri de insanımızı doğru eğitememek. Eğitim ve öğretim sözcüklerinin yer aldığı içerikte eğitimi sıfıra yaklaştırıp, öğretimi göstermelik ve yüzeysel bir hale sokarak bu ülkenin ve ülke insanının yapısını baltalıyorlar. Günümüz dünyasında zenginliğin yolu başka ülkeleri sömürmekten geçiyor. Uygar dediğiniz insanlar bu durumun farkında ve iki yüzlü davranmaya devam ediyorlar.

       İşin ekonomik boyutu bambaşka. Ülkemiz insanının geleneksel yapısı nedeniyle miras olarak paylaşılan topraklar küçülüyor; ekonomik olarak gelişmekte olan ülke olmamız nedeniyle kurumsallaşma ve ya şirketleşme yavaş yürüdüğünden tarım alanında üretim verimliliğini yakalamak imkansız hale geliyor. Topraktan elde edilen gelir insanlara yetmediği için çare olarak büyükşehir kalıyor. Eğitimin soyut düşünme yeteneği kazandıracağını söylersek eğitilmemiş insanlar topluluğunun gelecekle ilgili proje yapması imkansız hale geliyor.

       Kısaca sorunlar yumağı içinde debelenmekten başka bir şey yapamıyoruz. Çözüm çok net bir şekilde elimizin uzanacağı bir yerlerde duruyor. Bekliyor tüm çözümler gibi  sabırla. Önce eğitimi halletmek gerekiyor. Çünkü eğitilmiş insana öğretmek kadar kolayı yoktur. Bundan sonrası da akan bir suya dönüşür.  Engellenemez.

       Kazdağları'nın kıyısında yüzlerce yıllık çınarların altında arkadaşlarla neşeli bir sohbetden sonra yazıyorum bunları. Şeker gibi bir hava vardı. Kapanmış köy okulunun hemen yanında. Kapıları, pencereleri eskimiş, kararmış, boyaları dökülmüş, ne öğretmeni ne de öğrencisi kalmış beş sınıflı bir köy okulu. Gecenin bir yerlerinde çınarları düşündüm. Acaba dedim kaç insan gördü, kaç kişiyi dinledi. Askere gidenleri gördü, düğün alaylarını, çocuk oyunlarını. Gidip de dönmeyenleri düşündü mü acaba dedim kendi kendime. İnsan dışında hiçbir varlığın savaşmadığı geldi aklıma. Ağaçlar savaşmıyor. Hayvanlar toplanıp diğer hayvanlara savaş açmıyor. Doğa ananın koynunda insandan başka türünü ve diğer canlıları sömüren bir varlık yok.

       Ne desem sana insan oğlu, insan kızı; yüzyıllık  çınarların altında huzurla oturmak, şen sohbetler etmek varken... Sana ne desem.