Yine bir Ramazan günüydü... Gecenin geç saatlerinde telefon çaldı. Tedirgin bir şekilde telefonu açtım. Kemal Çapraz'ın kaza geçirdiğini ve durumunun çok ağır olduğunu öğrenmiştim... 
Konuşmamı duyan annem, "Annesi sağ mı?" diye sordu. Sağ olduğunu söyleyince, "Evlat acısına nasıl dayanacak" demişti...
Çünkü annem de biri altı yaşında, biri 25 yaşında iki evladını toprağa vermişti... Evlat acısını ondan iyi kim bilebilirdi ki...
Özellikle her şehit haberi geldiğinde annemin bu sözleri aklıma gelir...
Şehit anneleri bu evlat acısına nasıl dayanacak, diye düşünürüm...
Tabii ki babalar için, eşler için, kardeşler için de çok çok zordur...
Ama ana yüreği ayrı yanar ve o yangın hiç sönmez...
Dün Anneler Günüydü...
Anneler Günü, annelerimiz için değil...
Anneler Günü, vefasızlığın, vurdumduymazlığın, nankörlüğün yüzümüze vurulmasıdır...
Annelerini arayıp sormayan, annelerini umursamayan bir nesle, hiç olmazsa senede bir gün annenizi anın, görün diye kafamıza vura vura hatırlatılan bir gündür...
Annelerimiz bizi yoklukta sardı sarmaladı...
Biz varlıkta kıymetini bilemedik...
Yarın öbür gün yaş kemale erip aklımız başımıza gelince kıymet bilsek de annelerimiz olmayacak.
Bu Anneler Günü milat olsun, her gün annelerimizin günü yapalım...
En kolay annelerin gönlü yapılır, ama maalesef en çok annelerimizi kırar üzeriz. Çünkü bir tek onlara nazımız geçer...
Ne olursa olsun vazgeçmeyen, hiç kin tutmayan ve hep karşılıksız seven bir tek annelerimiz var...
Olanı verir, olmayanı da yaratır, bulur getirir...
Derler ya, yemez yedirir, giymez giydirir diye... Sadece annelerimiz için geçerlidir.
Hep derler ya, annelerimizi senede bir gün değil, her gün hatırlayın diye...
Eksik, her gün bile yetmez, her saat, her an annelerimizle olmalıyız... 
Hep cennet tarif edilir, cennet anlatılır ya...
Cenneti merak eden annelerin yüzüne baksın...

*****
Üşüyenlerin öyküsü

Günler sonra Polat Köyünün dağ eteğinde buldular onu. Hava ayazdı, üstünde yeleği, montu yoktu. Hepsini atmıştı bir yana.
- Anne ne yapıyorsun burada, dedi oğlu Rıza.
Etrafına baktı arar gözlerle "Cengiz'i arıyorum. Oğlumu gördünüz mü?" diye sordu.
Sustu etrafındakiler. Üzerine bir kaban atmak istediler, kabul etmedi. Firdevs anne mırıldanıyordu içten içe;
- Hava soğuk, toprak soğuk... Cengiz üşüyor, çok üşüyor Cengiz.
Ne yapsalar olmamıştı. Cengiz son verdiği ifadeyi geriye almamış; "İfademi geri alırsam, arkadaşlarımı da buraya getirirler" demişti.
Hem ifadesini değiştirse ne olacaktı, bu mahkeme sözde mahkeme değil miydi? Sanki herkes bilmiyor muydu, suçsuz olduğunu? Beyler çoktan vermemiş miydi kararı? En azından ülküdaşları üşümesindi... Cengiz, arkadaşları da taş medresenin soğuk duvarları arasında üşümesin diye darağacına yürüyordu.
Firdevs anne inanamıyordu söylenenlere, saçmalıyorlardı işte! Hiç devlet gencecik evladını asar mı, hem de suçsuz olduğunu bile bile?
Bir gün yine ortalıktan kayboldu Firdevs anne. Herkes yana döne Firdevs anneyi aramaya koyuldu. Sanki Malatya yarılmış içine girmişti. Bakmadık yer kalmamıştı. Hiçbir yerde yoktu Firdevs anne. 
Nihayet oğlu Rıza tahmin edebilmişti Firdevs annenin nereye gittiğini. Firdevs anne, Malatya'dan Elazığ Cezaevine, Cengiz'i görmeye gidiyordu.
Bir bir soracaktı her şeyi Cengiz'e "Söylenenler yalan demi Cengiz'im, kuzum eve dönecen demi?" diyecekti. Cengiz de elbette "Evet" diyecekti. Suçu yoktu ki, neden gelmesin! 
Yol uzundu ve Firdevs anne yol boyunca söylenip durdu kendi kendine, aynı lafları tekrarlayıp duruyordu 
- Hiç devlet gencecik yavrusunu asar mı? Hem de suçsuz olduğunu bile bile...
Oğlu Rıza, üç gün sonra Firdevs anneyi Elazığ'da buldu. Yorgundu, bitkindi. Malatya ile Elazığ arası 160 kilometre yoldu ve Firdevs anne tüm yolu yürüyerek gitmişti. 
Gördü oğlunu bir şeyler söylemek istedi, yutkundu sustu. Beraberce döndüler Malatya'ya sessiz sedasız. Artık Firdevs anne "Hiç devlet gencecik yavrusunu asar mı? Hem de suçsuz olduğunu bile bile..." demiyordu artık.
2 Mayıs günü sabaha karşı bir sehpa devrildi Elazığ zindanında. Devrilen sehpanın gürültüsü Anadolu semasını sararken soğuk rüzgarlar vurdu Firdevs annenin yüreğine, titredi, üşüdü.
Titrek sesiyle "Eyvah" dedi, "Eyvah gitti Cengiz'im..."
Firdevs anne bir daha hiç ısınmadı.
Kabanını, hırkasını attı bir kenara, cuntacılarca katledilmiş oğlunun odasında uyudu kalan ömrü boyunca ve o odada hiç soba yakılmadı.
Çünkü toprağın altı soğuktu, Cengiz üşüyordu.
Ona delirdi diyorlardı. Delirmemişti!
Arada kendince hayallere dalıyordu sadece. Hâkim birden kararını değiştiriyor, Cengiz zindandan çıkıp dönüyordu evine. Doya doya sarılıyordu iki can. Isınıyorlardı...
Sonra kendi sesi bölüyordu o sıcacık hayali.
"Cengiz" diyordu, cevap veren yok!
"Oğlum" diyordu, cevap veren yok...
Yanaklarından yaşlar süzülürken yüzleşiyordu gerçeğiyle. Hava soğuk ve Cengiz toprağın altında! Gerçeğiyle yüzleştikçe üşüyordu Firdevs anne, titriyordu. 
Böyle zamanlarda çıkıyordu evinden. Yine kabansız, hırkasız, kucağında bir tutam çalı çırpı, yürüyordu Cengiz'in mezarına doğru... Soğuk rüzgârlar vururken bağrına, mırıldanıyordu içten içe "Cengiz üşümüştür!"
Firdevs anne topladığı çalıyı, çırpıyı Cengiz'in mezarının başına döküp, kibriti çakıyor yanan ateşin başında ağlıyordu... Isıtmaya çalışıyordu Cengiz'i. Yanan ateş yüreğine vuran soğuğa çare olmuyordu işte, üşüyor titriyor, kaderine küsüyordu Firdevs anne.
Çocukları Gökmen, Rıza ve Gülseren, anneleri ne zaman ortadan kaybolsa, onu kardeşleri Cengiz'in mezarının başında buldular.
Onlara ıslak yüzünü dönüp "Hava soğuk, kardeşiniz üşümüştür" diyordu Firdevs anne "Cengiz'im üşümüştür..." 
Ayaz vuruyordu hepsinin yüreğine. Baktemur ailesi yanan ateşe inat titriyor, üşüyordu.
(12 Eylül mahkemelerince suçsuz yere idam edilen Türk milliyetçisi Cengiz Baktemur'un annesi Firdevs Baktemur'un hikayesidir.- Okan Kilit) 

***
TEBESSÜM

Beyaz
Çocuk annesine sorar:
- Anneciğim, senin saçların neden beyazlıyor?
- Yavrum, sen beni her üzdüğünde saçımın bir teli beyazlıyor, elbette sebepsiz değil!
- Şimdi anlaşıldı, anneannemin saçları neden bembeyaz olmuş...

*****

GÜNÜN SÖZÜ
Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür; bu ıstırap ihtiyarlamaz.
Victor Hugo