İzmir'de seksenlerin sonunda her şeyi emekleyerek ve el yordamıyla keşfetmeye çalıştığım yıllarda Buca'da eski kitaplar satan bir sahafta bulmuştum George Orwell'in 1984 adlı kitabını. Bu cümleyi yazdıktan sonra o kitapçıda Turgut Uyar'ın Büyük Saat adlı toplu şiir kitabını bulduğum ve çok sevindiğim geldi aklıma. Ara sokakların birinde, evlerin arasında  kuytuda kalmış bir yerdi. Şaşırmıştım; sadece orada yaşayanların gelip geçtiği bir yerdi. Sonra sık sık uğrar oldum ve bir çok kitap aldım o sahaftan.
Bu günlerden 30 yıl öncesinde dış dünya ile tek bağımız okuduğumuz birkaç gazete, kitaplar ve bir-iki dergiydi. Her istediğiniz kitabı, müzik albümünü bulmanız ve ya istediğiniz filmi seyretmeniz neredeyse olanaksız gibiydi. Bulamadığım birkaç kitabın fotokopisini çektirip öyle koymuştum kitaplığıma. Adını duyduğunuz kavramları merak ediyorsanız peşine düşmeniz gerekiyordu. Şimdi internet var. Ne varsa elinizin altında. Daha doğrusu avucunuzun içindeki telefonlarda. Bu güne kadar ne yaratılmışsa bu evrende hepsini buluyor, izliyor, okuyor ve dinliyorsunuz. Belki de bu yazıyı elinizdeki telefondan okuyorsunuz.  Sonsuza açılan pencere gibi internet ama bazen çok çirkin ve çok korkutucu. 

Peş peşe izlediğim distopik filmler yazdırıyor bu yazıyı. Ütopya'nin tersi gibi tanımlanıyor distopya. Ütopya sözcük anlamıyla ''güzel yer'' demekmiş; distopya ''kötü yer''. Ama tam olarak birbirinin  zıt anlamlısı değil bu kavramlar. Felsefi olarak bence neredeyse aynı anlama yaklaşan ve birbirinden ayrılamayacak iki kavram. Distopik toplum otoriter ve baskıcı bir devlet modeli altında yaşamı tanımlar. Bu konuda bence en başarılı eser George Orwell'in 1984 adlı kitabıdır. İlk okuduğumda elimden bırakamamış ve çok etkisinde kalmıştım.

Gelecekte  insanın kendi kendine yarattığı sahte bir dünyada hapsolmasını izledim birkaç gün önce. Yaşadığımız şu ânın sanki birazcık ötesindeydi tüm anlatılanlar. Kısaca özetliyeyim filmi; gelecekte bir yerlerde insanlar durmadan puan vererek birbirlerini değerlendiriyorlar. Sistem beş yıldız üzerinden işliyor, karşınıza çıkan insanlara yıldız veriyorsunuz. Tıpkı gittiğiniz yerleri değerlendirmeniz ve not vermeniz gibi ama burada insanlara not veriyorsunuz. Herkes birbirinin notunu görüyor ve bu nota göre davranıyor karşısındaki kişiye. Beş yıldız alabilmek için insanlar sahte bir nezaketle yapmacık, vıcık vıcık yalan içinde bir toplum yaratıyorlar. Ana karakter filmde notunu artırarak istediği evi kiralayabilmek için yola çıkıyor ve birkaç aksilik sonucunda notu kabul edilemez noktaya geliyor ve dışlanıyor toplumdan. 

Aslında benzer durum yaşanmaya çoktan başladı. Hatırlarsınız diye düşünüyorum hani bir reklam vardı; ev kiralarken ev sahibi kiracı adayının kredi notuna bakıyordu.  Yani çoktan o aşamaya gelmişiz. Reklam demişken ne diyordu reklam duayenlerinden biri; ''korku sattırır, insanlar komşularına rezil olmamak için satın alır.''

1984'te sık sık tekrarlanan bir cümle vardı; ''big brother is watching you''. İngilizcesini yazmamın nedeni bütün dünyada kült bir cümleye dönüşmüş olmasıdır. Türkçesi ise ''büyük ağabey seni izliyor''. İnsanın sürekli izlendiği paronayasını yaratan cümledir. Otorite tarafından izlenmeyi sembolize eder. George Orwell'in yıllar önceki öngörülerinin %90 oranında gerçekleştiğini söyleyen yazılar okumaya başladık uzun süre önce. 

Artık adım adım akmıyor zaman. Büyük bir hızla, büyük sıçramalarla oluyor ne oluyorsa. Büyük bir hızla yalnızlaşıyoruz. Büyük bir hızla artıyor mutsuzluğumuz. İnsanlar daha çok gömülüyor elindeki ''akıllı'' telefonun içine. Fotoğraf paylaşmak için dolaşan insanlar türemiş. Gün boyunca dolaşıp, gün içinde birkaç kıyafet de değiştirip ''ben buradayım'' fotoğrafları yüklüyorlarmış sosyal medya hesaplarına. Bütün yüzlerde aynı gülümseme, aynı poz. Sahte, yüzeysel, göstermelik yalan bir yaşamın kapıları çoktan açıldı ve hepimizi de içine çekiyor hızla.

Ölüm yıl dönümünde bu ülkenin en büyük yazarlarından Oğuz Atay'ı anarak bitirelim bu yazıyı;

''Mutsuz sanıyorlar bizi Olric. Oysa biz mutsuz değiliz, onlar boş yere bu kadar mutlu.''