Çok uzun süre bakamadım fotoğraflarına Leyla ile Eylül'ün. Hep göz ucuyla okudum haberlerini. Aldırmazlıktan değil. İçim kaldırmıyor artık bunca acıyı. Aklıma ve kalbime anlatamıyorum bunca acıyı. Bakamıyorum çocukların fotoğraflarında kalan gözlerine. İnsan olmaktan utanıyorum. O çocukları öldürenlerle aynı biyolojik sınıfa dahil olmaktan utanıyorum.

İçimde kopan fırtınaları anlatmayı başarmam imkansız. Sıralı sırasız sanki bütün damarlarım çatlıyor. Kanım durmadan içime akıyor sanki.  Sanki birazdan göz aklarım kırmızıya dönüşecek. Kıpkırmızı görmeye başlayacağım sokakları. İçimde çoğalan öfkenin beni değiştirmesini istemiyorum. İçimde çoğalan öfkenin beni değiştirmesinden korkuyorum ama yine de artsın istiyorum o öfke. Artsın ve yok etsin öfkemiz bu insan kılığında dolaşan yaratıkları.
Ülkece bir-iki hafta önce bacakları kesilen yavru köpeğin gözlerine bakamıyorken bulduk kendimizi. Ya o çocukların gözleri! Katillerine nasıl korkuyla bakıyorlardı kim bilir?

Canım yanıyor. Düşünmek istemiyorum. İçimdeki acı ve öfke hafifleyecek belki bir gün biliyorum ama o fotoğrafın bıraktığı izler, o çocukların gözleri çıkmayacak aklımdan.

Nasıl anlatmalı, ne yapmalı ki bu insanlara gidişatımızın hiç iyi olmadığı gösterilmeli. Toplumca duyarsızlaşıp derin bir karanlığa doğru akıyoruz. Kesimhaneye giden hayvanlar gibi uzatıyoruz boynumuzu bıçağa. Sanki kesilecek kendi kafamız değilmiş gibi hissediyoruz. Tiz bir sesle gelip geçiyor bıçak. Eğilip yere bakıyoruz gövdemizin içinden ve seviniyoruz kendi yüzümüze bakarak ben değilmişim derken. Hayır. Sensin. Az önce keskin ve keskinliği kadar tiz bir çığlık atan ince ve narin derinizden başlayarak boynunuzu kesti ve düşürdü kafanızı ayaklarınızın dibine. Sadece anlayamıyoruz bunu. 

Yüzlerce soru var aklımda. Diyorum ki kendi kendime; tanrım o küçücük bedenlere ne kadar acı sığabilir, tanrım henüz kalpleri bir serçe kadar değil miydi, tanrım ölseler bile korkmaya devam ediyor mudur bedenleri, tanrım bu kadar küçük çocukların ruhları bunca acıdan sonra sana eksik dönmez mi?
Hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Haberleri seyredemiyorum. Gazete okuyamaz hale geldim.  Çevremde bir çok arkadaşım benimle aynı durumda. Bu mutsuzluk denen kara bulut bizi içine aldı gözlerimizi açamıyoruz. Açsak Leylalar, Eylüller dökülüyor gözlerimizden. Yorulduk. Çok yorulduk.

Çok yorulduk bu cinnet mevsiminden. Çocukların yüzlerine bakamaz olduk. Sevemiyoruz komşumuzun çocuğunu. Oysa bbu ülkenin insanı sokaklarda tanımadığı insanların çocuklarını sarılır sarılır öperdi. Dualar okur, maşallahlar ardı ardına  gelir, sevgi ve sevinç içinde yoluna devam ederdi insanlar. Çocuklarını melek görürdü bu toplum. Günahsız cennet kuşlarıydı çocuklarımız. Onları sevdikçe daha da insan olurduk. Daha da rast giderdi işlerimiz. Ama artık serçe kadar bile büyüyememiş kalpleri koparıp alıyor insan kılığındaki yaratıklar. 
Yorulduk. Gidişimiz hiç iyi değil. Sokaklarda öfke artıyor. İnsanlar hep kavga halinde. Bu mutsuzluk, bu umutsuzluk yakacak güzel ülkemizi. Olan cennet kuşlarımıza olacak. Onların minicik yüreklerine, ellerine, yüzlerine sıçrayacak cinnetin ateşleri.

Sizlerden hiçbir şey istemiyorum. Korkmuş iki meleğin gözleri yerine çevrenizden sevdiğiniz çocukların gözlerini koyun öyle bakın dünyaya. Kardeşinizin, torununuzun, yeğeninizin, karşı komşunun çakır gözlü oğlunu, kızını koyun.

Ve bayram günü o çocuğun annesinin yani Leyla'nın, yani Eylül'ün annesinin kızlarının saçlarını nasıl taradığını, kokusunu nasıl içine çektiğini düşünün. O çocukları annelerin en son nasıl öptüğünü düşünün ve artık daha çok öpmedikleri için ömür boyu çekecekleri vicdan azabını. 

Babalarını düşünün. Bayram sabahı elini öpen çocuklarını bir daha göremeyecekler. Bayram acı verir mi insana? Artık onlara öyle çok acı verecek ki.

Aksın ve karışsın hepimizin kanı Leyla ve Eylül'ün kanına. Cennete uçan iki minik kuşumuz var. Bu suç bizim. Asıl cezayı biz çekmeliyiz.