Şairim

Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

Ayak seslerinden tanırım

Ne zaman bir köy türküsü duysam

Şairliğimden utanırım...

Türkülerimizi böyle anlatıyor Bedri Rahmi Eyüboğlu...

Yine Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Türkülerimiz, Ana sütü gibi candan, Ana sütü gibi temiz..." dizelerinde belirttiği gibi gerçekten saf ve temiz... Yürekten gelen türkülerimiz...

Türkülerimiz, dünyanın hiçbir milletinde olmayan bir zenginliğe sahip...

Bir satırı ile kimi zaman büyük bir aşk anlatılır, kimi zaman büyük bir acı... Kimisi zaman düğündür, bayramdır, mutluluktur... 

Yüzlerce roman yazılsa bile o incelik anlatılamaz, o kadar güzel dile getirilemez...

Çanakkale Savaşını, Çanakkale Türküsü kadar güzel anlatan bir kitap oldu mu?

Ya da Yemen Türküsü...

Türkülerimiz çeşit çeşittir... Kimisi ağıttır, acıyı, dramı anlatır...

Kimisi kahramanlık üzerinedir... Kimisi aşktır... Kimisi mutluluktur, huzurdur...

Günümüzde ise çok acı bir tablo ile karşı karşıyayız...

Ağıt türü olan, Türk'ün dramını, savaşını, acısını anlatan türkülerimiz maalesef oyun havası olarak söyleniyor, dinleniyor... Daha da acısı, ağıt olan türkülerimiz ile insanlarımız göbek atıyor.

En bilineni... "Ey Onbeşli" türküsü...

Çanakkale Savaşı sırasında, 1315 (Rumi takvime göre) doğumluların, yani onbeş ve on sekiz yaşındaki genç aslanların askere gidişi üzerine yakılan ağıt...

Gözyaşı dökeceğimiz yerde, bu türkü ile düğünlerde göbek atıyoruz... 

Türkü dinleyen herkesin, türkülerin hikayesini bilmemesi doğaldır. 

Ancak bu işi meslek edinen kişilerin, türkülerin hikayesini bilmeden söylemesi en basit ifade ile ayıptır...

Hikayesini bilmezseniz, türküye o ruhu veremezsiniz...

Milletin acısı üzerine yakılan türkülerle ancak göbek attırırsınız...

Ağıt olan türkülerimizle göbek attırmak, cenazede oyu havası çalmaya benzer...

Türküler hepimizin mirasıdır...

Ya adam gibi söyleyeceksin ya da susup adam gibi söyleyeni dinleyeceksin...

***

Hey Onbeşli türküsünün hikayesi

Çanakkale Savaşı sırasında Rumi 1314 (Miladi 1896) doğumlular (yani 19 yaşındakiler) ile Rumi 1315 (Miladi 1897) doğumlular da askere çağrılmıştı. Ey Onbeşli türküsünün o dönem askere çağrılan bu "Onbeşliler" için yakıldığı biliniyor...

Rivayet edildiğine göre Tahtobalı Hüseyin ile Hediye'nin hikayesidir. 

Hediye ile Hüseyin sözlüdür ama ferman çıkınca Hüseyin, Çanakkale'ye gider, Hediye de yol gözler. Bir yaz geçer, bir de kış. Bir yaz daha, bir kış daha. Dört yaz, dört de kış geçer. Ana babası, memlekette dirlik düzen bozuldu, güzel kızlarının

başına bir iş gelir diye korkar. Hediye'yi başkası ile evlendirmek isterler. 

Hediye'nin taliplisi hem zengindir, hem yalnızdır. Hediye, Tokat eşrafından Emin bey ile evlendirilir. Hediye, bir şey diyemez, kaderine razı olur. Bir yıl sonra Emin bey ölür...

Emin bey ölünce, her şey Hediye'ye kalır. Kalır kalmasına da, Hediye bir düşünür şöyle, baba evine gitse, zaten oraya sığmadığı için evlendirilmiştir. Hem kim çekip çevirecektir bunca malı mülkü. 

Maalesef devir değişmişti, memlekette dirlik düzen kalmamıştı. Dağdaki eşkıya genç duldan haberdar olur ve bir gece konağı basar.

Çaldıkları ile beraber Hediye'yi de sırtlarına vurup dağa götürürler. Dağda kıza yapmadıklarını bırakmazlar. Irzına geçerler, ona buna sunarlar, çengilik ettirirler. Diğer köylerden zorla kaldırdıkları başka kızlar da geldikten sonra bir gece vakti,

Hediye'yi harap halde şehir merkezinde cami önüne bırakırlar.

Belki, öldürselerdi daha iyiydi. Çünkü, camiden çıkanlar, üstü başı yırtılmış, harap bitap haldeki Hediye'yi görür de, biri olsun yardım etmez. Bir de yetmezmiş gibi, "kötü yola düşmüş bu!" derler. Hediye, kayıp sevdasına mı, kara kaderine mi, bahtsız evliliğine mi, onca tecavüze, aşağılanmaya, kötü anılmaya mı yansın? Neye yansın? 

Dayanamaz Hediye... Terk eder Tokat'ı.

1915'in üzerinden sekiz yaz, sekiz de kış geçer... 

Geçer de, koskoca Tahtobalı'ya anca bir tane "Onbeşli" döner. Hüseyin'dir o. Hüseyin'in gelişine şenlik eder köy. Sofralar kurulur, davullar çalınır. Hüseyin ne şenlik ister, ne sofra. O'nun beklediği, biricik sevdası vardır. 

En sonunda Hüseyin dayanamaz, töreyi ezer, anasına sorar, "Hediye nerede?" diye. 

Koca dağlar ses verir de, anası veremez. Hüseyin düşer işin peşine, ta ki o bomboş konağa gelesiye kadar. Konağın önünde sorar komşulara, "Nerededir ev ahalisi?" diye. Komşular cevap verir, "Çiftliğe taşındılar" diye. Hüseyin durmaz, duramaz, heyecanla, "Hediye de çiftliğe mi gitti?" diye sorar.

"O dul mu, önce kötü yola düştüydü de, sonra buralarda da yapamadı, duramadı, gitti."

Hüseyin inanamaz. Hüseyin dayanamaz. Derler ki, Hüseyin de atına bindiği gibi Tokat'ı terk eder.

Ne Hediye'yi, ne de Hüseyin'i bir daha gören olmaz.

*****

TEBESSÜM

Plakasını aldım

Temel evde oturuyordu.

Dursun, telaşla gelir:

- Temel, arabanı çalıyorlar...

Temel dışarı fırlayıp bir süre arabasının arkasından koşar ve sonra geri döner...

Dursun:

- Ne oldu yakalayabildin mi?

- Yakalayamadım ama plakasını aldım...

****

GÜNÜN SÖZÜ

İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarını ikna etmekten kolaydır.
Mark Twain