Büyük Türk düşünürü Cemil Meriç'i birçoklarımız  "İslamcı" la da  "Ülkücü" etiketler altında tanımakta. Oysa Cemil Meriç, konulmak istenen bütün kafeslerin ötesinde vicdanı ve özgür düşüncesini halkına sunan değerlerin üstünde bir değerdi. Düşünce adamlığıyla birlikte alçak gönüllü bir şairdi. İşte ondan kalan bir dörtlük: 

"Yıldızları söndürmüş fırtına
 Batan bir gemidesin
 Senden ne kalacak yarına
 Kıyılardan imdat isteyen, sesin.." 

Şiir serüveninden  bir kaç satır başı vermek istiyorum: 
"Çocuktum. Benim için edebiyat şiir demekti. Nâbî'ye, Fuzûlî'ye âşıktım. Müpheme, kavranılmayana karşı duyulan garip bir sevgi. Daha doğrusu hayranlık.

........ Yıllarca şiir yazmaktan utandım. Okuyucuyu cinsî buhranları ile oyalamaya kimsenin hakkı yoktu. Aydının aşka harcayacak zamanı yoktu. Âdeta bir 'günah' sayıyorduk şiiri.  ...... "

Cemil Meriç, şiirden kaçmaya çalışan, fakat bir türlü kurtulamayan bir düşünce adamıydı.  Şiir gibi şiirin ipuçlarını verirken, şiirle nesrin de kıyaslamasını şöyle yapmıştı: 

"Şiir ne ispatlamadır, ne bir muhakeme. Telkindir, davettir, büyüdür. Vezinle kafiye şairin emrindeki sayısız ahenk vasıtalarından biridir sadece. Toplumlar da kişiler gibi çocukluklarında şairdirler. Nesir olgun medeniyetlerin meyvesi. Müşahedelerin, kıyas ve istidlâllerin, ilmin ve tekniğin dili. Çıplak, kuru ve berrak bir dil. Zekanın son fethi. Şiir müphemin ülkesi, müphemin ve hürriyetin. Nesir demek, aydınlık ve inzibat demek. İnsanlık uzun arayışlarından sonra dillerini ehlileştirebildi. Kelimeler curuflarından sıyrılıp bir elmas pırıltısı kazanabildiler. Ve nesir, şuurun ifadesi olabildi; sadık ve kesin bir ifade..."

Cemil Meriç, musiki ile şiiri hakkında düşüncelerini şöyle açıklıyordu: 

"Şiirle musiki bir elmanın iki yarısı. Musiki daha müphem, daha dalgalı. Şiir daha aydınlık, daha düşünce. Mûsiki saf, şiir karışık; mânânın ahenkle izdivacı. Şiir de mukaddesin emrindedir, mûsiki gibi. Ve ondan uzaklaştıkça ciddiyetini kaybeder. Bir oyun olur. Oyunların en güzeli, en muhteşemi. Ama oyun....."

Cemil Meriç'in birçok şairle ilgili çok ilginç düşünceleri vardı. Örneğin Nazım Hikmet için "şiirin kapısını düşünceye açan adamdır," diyor ve şunları ekmiyordu:  "Heyecanı ile dili ile yerli, kullandığı malzeme ile beşerî. Sosyalizm bir rüyadır, coğrafî sınırlara hapsedilemez. Aydınlık düşünceye yabancı bir toplumda, Batının bu son teklifi ancak müphem, seyyal bir ifadeyle yayılabilirdi. Şairin tecessüsü, cenneti dünyada gerçekleştireceğini söyleyen bu çağdaş dine büyük bir özleyişle eğildi. .... 
Nâzım, ilk defa olarak, kökleri tarihin karanlıklarına ve insan ruhunun derinliklerine dayanan bir dünya görüşünü bütün ruhuyla benimsiyor, onu, ülkesinin mustarip insanlarına tanıtmağa çalışıyordu.

 ... Şiirin kalıpları, geniş bir tefekkürün kanat açmasına elverişli değildi. Nâzım, tanıtıcısı olduğu yeniyi, yeni bir sesle haykıracak, nesirle nazmı karıştırarak, Kitab-ı Mukaddes'in dalgalı ve seci'li üslubunu hatırlatan bir dil yaratacaktı. Başka bir deyişle hem şiirde, hem düşüncede müceddit. Fikret'in Osmanlıcası, Osmanlıcanın kemali, Yahya Kemal, kuğunun son şarkısı. Nâzım' ın türkçesi, dilin varabileceği bütün sınırları zorlayan ve daha sonraki nesillere yol gösteren bir Türkçe. Ne var ki, şairi geniş hazırlıklı, soğukkanlı bir düşünce adamı sanmak da yanlış. Sıhhatli bir çocuktu Nâzım. Aşırılıkları, ihtiyatsızlıkları ile çocuk. Ve yalnızdı. Bence Türk şiiri Nâzım'la biter, Avrupaî düşünce Nâzım'la başlar. Paytak, acemi, el yordamıyla ilerleyen bir düşünce. Biraz Heine, biraz Nietzsche, biraz Mayakovski; biraz divan, biraz halk, biraz Fikret, biraz Akif. Ama yine de kendisi..." 

Cemil Meriç 38 yaşında iken gözlerini kaybetmişti. Ama o, çalışmalarını sürdürdü. Doğrunun peşinde koştu. Fikir ve sanat kavgalarının dışında kaldı. Kurtarıcılığına inanmadığı politikada hep kaçtı.  Yeri hep kütüphanesiydi. 

1984 tarihinde beyin kanaması geçiren Cemil Meriç, aynı yıl içerisinde bir de felç geçirdi ve 13 Haziran 1987 tarihinde hayata gözlerini yumdu.