Anne ne olur ölme!

Bu cümleden daha acısını duydunuz mu ömrünüzde? On yaşındaki kız çocuğu eski kocası tarafından bıçaklanan, kan içinde kalmış annesine böyle yalvarıyordu. İzleyen her insanın içinde silinmez izler bıraktı o çığlık. Ruhumuzdan bir parçayı alıp götürdü. Ne söylenecek  söz var ne de umut edilecek bir yarın; öyle yaraladı bizleri.

Şimdi farkına vardım ki utanmadan yaralanmaktan bahsediyorum. On yaşında bir kız çocuğunun annesi boğazı kesilerek öldürülüyor ve ben burada yaralanmaktan bahsediyorum. İnsan denen evrimini tamamlamamış canavarın yarattığı bir dünyada utanmak bile bir anlam ifade etmiyor. Sadece ne diyeceğimi bilmiyorum.

Cehennem başkalarıdır diyor Sartre; bir kere daha kanıtlandı öyle olduğu. Birisi hepimizi cehennemin bir köşesine bıraktı ve uzun süre orada kalacağız. Sorulması gereken iki soru var; bu caniliği yapan hasta kişilikler nasıl yaratıldı ve  yeniden insana dönüşmek mümkün müdür?

Belleksiz bir toplumun gericiliğin dehlizlerinde yolunu bulup bireyi temel alan, bireyin ve toplumun deneyimlerinden yararlanarak insanı yüceltmeye adanmış sürekli kendini yenileyen bir felsefeye ulaşması mümkün değildir. Programlanabilen bir makine olarak insan karanlıktan ve korkulardan beslenen bir zümrenin eline bırakılırsa daha da acılarını göreceğiz demektir. Yaşananların hepsi öğretilmiş cinnettir. Günah dediğimiz kavram insan var diye var. Acı insan var diye var etrafımızda.

Hasta ve sapkınlık derecesinde saldırgan bireyler ikili kültür yapılanmasından besleniyor. Bir tarafta pırıl pırıl insanlar;  diğer tarafta ise ortaçağın karanlığından kulağına cümleler fısıldanan caniler. Başaramamış olmanın, babası, öğretmeni, askerde çavuşu tarafından aşağılanan eziklerin içinde biriken öfke böyle çıkıyor açığa. Neden mi saldırıyorlar kadınlara; kadınlar tarafından istenmeyince oturmamış kişilikleri inciniyor. En yakınında olanlardan çıkarıyorlar öfkelerini. Karılarından, çocuklarından alıyorlar hınçlarını.  Hep kendinden daha zayıfa saldırıyorlar.

Birileri kanunlarla, cezalarla bu vahşetin önüne geçileceğini sanıyor.  İşte cevapta tam burada saklı; yanlış çözümler üreten yeteneksizler, vasatlar bu sorunun temelini oluşturuyor. Kültürel bozulma kanunla,  cezayla, ceza artışıyla nasıl ortadan kalkabilir ki? Bizi öldüren kültürel erozyondur.  Sadece kanun koyucu anlamında değil söylediğim, sanatçılar, televizyoncular, şarkıcılar, aydınlar kısaca halkın önüne çıkanlarda da durmadan artıyor vasatlık.

Elbette mümkün yeniden insan olmak. Bunun için kültürel bir devrim gerekiyor. Avrupa’da hayatın itici gücüyle gerçekleşen aydınlanma devrimi maalesef ülkemizde yarım kaldı. Mustafa Kemal ile başlayan değişim şiddetli bir karşı devrim direnciyle 1950’den sonra yaratılan bütün insancıl kavramları kemirmeye başladı. 2019 yılındayız ya; sanmayın 1950’den ileridir ülkem için 2019 yılı, inanın değil öyle.

 Aklımda bir sürü konu vardı dün yazmak için. Sabah Emine Bulut haberini izledikten sonra kaçıp gitmek duygusu gelip oturdu içime. Derin bir boşluğa bakıyorum kendimde. Aklım durdu. Kimsenin olmadığı bir ada istiyorum. Bir dağ başı da olur. Sevdiğim birkaç insanla birlikte kimselerin olmadığı bir yerde yaşamak istiyorum. Küçük kızın çığlıkları silinmiyor aklımdan.

Bunca vahşeti kaldıramıyor ruhum. İçinde yaşadığımız toplumdaki diğer insanların da aynı durumda olduğunu düşünüyorum. Hepimiz  ruhen yaralıyız artık. Hepimizin günleri, geceleri tatsız. On yaşındaki küçük kızın ‘’anne ne olur ölme’’ yalvarışı cezamız olsun hepimizin. Unutmayın bu cümleyi.

Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır. Cehennem başkalarıdır.