Salgın, Doğu Akdeniz, Yunanistan, ekonomideki sorunlar gündemi meşgul ederken asıl büyük tehlike gözardı ediliyor.

Aslında her gün gözümüze sokuyorlar ama yine de çok umursadığımız söylenemez.

Ülkemize elini kolunu sallayarak gelen ve yerleşen çoğunluğu Suriyeli yabancılardan bahsediyorum.

Türk vatandaşları, bırakın başka ülkeye gitmeyi şehir değiştirirken bile HES kodu, seyahat belgesi gibi birçok bürokrasi ile uğraşıyor.

Yabancılar çok rahat, her alanda özgürler, ne arayan, ne de hesap soran var.

Sokakta gezerler, çoğunluğu maske bile takmaz, taksalar bile ağız burun açık… Bırakın fiziki mesafeyi insan yığını gibi toplu dolaşıyorlar.

Bir Türk aynı şeyi yapsa, anında cezayı yer, televizyonlarda dakikalarca gösterilir; onlara kimse dönüp bakmıyor bile… Uyarmak istesen dilini bilmediğin için laf da anlatamazsın…

“Suriyelilere 50 milyar dolar harcadınız ama vatandaşımıza gelince para yok” diye arada muhalif sesler yükselse bile asıl tehlike gündeme getirilmiyor.

Özellikle Fatih başta olmak üzere İstanbul’da her sokak başında varlar.

Aksaray gibi bazı semtlerde çoğunluğu ele geçirdiler. Adres sormak için bile olsa Türkçe bilen biriyle karşılaşmanız zorlaştı.

Çoğu Türk esnaf kapısına kilit vurdu, her tarafta Suriyeliler işyeri açtı.  Çok az kalan Türk işyerlerine de çok yüksek fiyat teklif ederek bölgeden uzaklaştırıyorlar. Bölgede Türk esnaf zaten iş yapamıyor, mecbur kalıyor verilen teklifi kabul etmeye…

Türk işyerleri tek tek kapanıyor, Türkler birer birer işsiz kalıyor.

İşyerleri Suriyelilerin, tabelalar Arapça, sokakta yabancılar…

Halep’te bile bu kadar Suriyeli yok desem abartı olmaz.

Suriyeliler her geçen gün çoğalıyor. Ülkemizdeki Suriyelilerin çoğunluğu genç nüfus…

Türkiye’de olanlar her yıl birer çocuk doğuruyor. Hatta Suriye’de yaşayanlar bile doğum için ülkemize geliyor, çocuğunu Türkiye’de doğuruyor.

Çünkü Türkiye’de doğanlar hemen Türk vatandaşı oluyor.

Özellikle Gaziantep, Kilis, Hatay gibi bazı illerde Türk’ten çok Suriyeli çocuk doğuyor ve hepsi Türk vatandaşı olarak nüfusa kaydediliyor.

Bunların kaydı tutuluyor mu, kimdir nedir biliniyor mu?

Tabii ki hayır…

Peki, Türk vatandaşı olmak bu kadar mı kolay…

Maalesef evet…

Hatta 250 bin dolar değerinde emlak satın alan direk Türk vatandaşlığına kabul ediliyor.

Bu süreç devam ederse Türkiye’deki nüfus yapısı birkaç yılda tamamen değişecek.

Diğer taraftan Doğu Türkistan’da Çin işkencesinden kaçan Türkler aylarca sınır kapılarında bekliyor, bekletiliyor.

Çok yazık!

*****

Oğlun İnönü’de şehit düştü

Salona eli bağlı üç kişi getirildi, sanık sırasına oturtuldular.

Mahkeme Başkanı Saruhan Milletvekili Mustafa Necati sanıklardan en yaşlısına sordu.

- Baba adın ne?

İhtiyar ayağa kalktı.

- Hüsnü.

- Baba, sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin!

- Tövbe de Reis Bey!

- Ben tövbe dedim, sen ne dersin?

İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kağıt çıkardı, kürsüye doğru salladı:

- Reis Bey, Reis Bey! Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın!

- Neden?

- Bu kağıtlar Balkan Harbinde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kağıtlarıdır. İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahpe gibi gizlemez Reis Bey!

Salonda çıt yoktu. Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar. Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.

- Hele gel Reis Bey, yakın gel de şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları Makedonya’da Bulgar çeteleri ile dövüşürken aldım. 8 yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem. Şehit aslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!

Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:

- Peki baba. Oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?

- En son ilk kar düştüğünde gördüm. Aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde, Ankara’ya selametlerken...

- Sonra hiç haber almadın mı?

İhtiyar duraladı. Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı. Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyordu sanki. Kararsızdı. Bir süre sağına soluna baktı. Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:

- Diyecem diyecem, emme o itin ipini de ben çekecem!

Başkan güngörmüş geçirmiş bir tavırla sordu:

- Anlat bakalım baba!

- Askerin bazısı Halifecilere kanmış, başıbozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkıyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim eve kapandım.

İhtiyar eğildi, bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkardı.

- Aha mektup bu! Alın okuyun. Neredeyim diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin!

Mahkeme Başkanı Mustafa Necati kağıdı açtı, okudu. Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi. İhtiyarın önüne geldi. Boğuk sesiyle hıçkırdı:

- Baba bizi bağışla. Küçük oğlun da İnönü’de şehit düşmüş. Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmühaberi imiş.

İhtiyar elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurdu:

- Vatan sağ olsun, siz aslanlarım sağ olun!

(Alptekin Müderrisoğlu’nun ‘Sakarya’ isimli kitabından alıntıdır)

*****       

TEBESSÜM

Deli

Bir deli yataktan düşmüş. 2 saat sonra tekrar düşünce şöyle demiş:

- Allah’tan kalkmışım yoksa kendi üstüme düşecektim.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür; bu ikisi ile insan çok itibar görür.

Yusuf Has Hacib