Türk Silahlı Kuvvetleri, bu toplumun daima "gözbebeği" olmuş bir kurum. Toplumda, siyaset, basın, yargı gibi kurumlarda yaşanan "dejenerasyon"lar sebebiyle duyulan güven dibe vursa da, "en güvenilir kurum" anketlerinde daima birinci çıkıyordu TSK. 1960'la başlayan "darbeler" silsilesine rağmen... Ülkenin Başbakanı ile iki bakanını idama gönderen, 12 Mart'ta tek bir kişiyi dahi öldürmemiş gençleri darağacında sallandıran, 12 Eylül'de "bir sağdan, bir soldan" diyerek idam dengesi kurmaya çalışan paşalara rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri, toplumun önemli kesimi için "Peygamber ocağı" oldu. Askerlik yaşı gelenler, törenlerle, coşkuyla eğitim alaylarının yolunu tuttu. 40 yıllık terör tarihinde binlerce şehit vermemize rağmen, "ben askere gitmiyorum" diyen çok az çıktı bu toplumdan. "Gitmiyorum" diyenler, genellikle vatan, bayrak aidiyeti duymayan kesimlerden çıkıyordu. Bir diğer tabirle "gariban"lar oluşturuyordu TSK'nın ana omurgasını. Komuta kademesi için geçerli değil tabii bu.

* * *

15 Temmuz melanetinin ardından TSK'ya duyulan güven de, ordu içerisindeki "silah arkadaşlığı güveni" de dibe vurdu adeta. Suriye'de cephe açan, Güneydoğu'da çok kritik operasyonlar sürdüren orduda, kimse kimseye sırtını dönemez hale gelmiş. Gerek FETÖ yargılamalarında verilen ifadeler, gerekse bazı gazetelerde okuduğumuz "ihanet senaryoları" hem TSK içerisinde, hem de ordunun toplum nezdinde aşınmasına yolaçıyor. "İyi ama, gerçekler bilinmesin mi?" diyeceksiniz. Elbette bilinsin. Hatta mutlaka bilinmeli. Mutlak gerçek, gelecek nesillere net bir şekilde anlatılmalı. Başka türlü "bağımsız ordu" olmaz, dolayısıyla "bağımsız devlet" de tesis edilemez. Devletlerin gücü, ekonomisi ve ordusuyla ölçülür çünkü.

Bugünlerde hem ekonomik alanda, hem de ordu gücü olarak önemli sarsıntılar geçiriyoruz. Referandum da olmasa gündemin birinci sırasına oturacak tarzda, "yeni bir darbe olabilir" açıklamaları geliyor ardı ardına. 15 Temmuz'un birinci amacı ülkede kontrollü bir iç savaş çıkarmaktı, şükürler olsun ki başarılı olamadılar. "Gerçekten ikinci bir tehlike var mı?" diye düşününce, dikkat çekici açıklamalarla karşılaşıyor insan.

* * *

Psikolojik harp sahasında önemsenmesi gereken bir isim olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a göre "asimetrik savaş" devam ediyor ve TSK içerisindeki iki blok arasında mücadele var. Darbe tehlikesi de atlatılmış değil.

TSK içerisindeki blokları "Atlantikçi" ve "Avrasyacı" olarak adlandırıyor Prof.Tarhan.

Psikolojik harbin Türkiye'de tarihini yaşayan bir diğer Profesör olan Ertuğrul Zekai Ökte yaşasa idi, Nevzat Tarhan'ın söylediklerinin karşılığını çek etme imkanımız olabilirdi. Ama bugün yok. O yüzden şöyle bir dönüp, Kurtuluş Savaşı'nda tarih yazan bir ordunun nasıl iki kutup arasına sıkıştığına kısaca göz atalım.

Böylelikle belki, Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarının 1962'de başlattığı "tasfiyeye karşı" direnişini de iyi anlayabiliriz, 20 Mayıs 1969 emir komuta zinciri içerisinde yapılmak istenen ama başarıya ulaşmayan darbe teşebbüsünü de.

15 Temmuz, ilk başarıya ulaşmayan darbe girişimi değil. 1969 hareketi de, emir-komuta zinciri içerisinde yapılmak istendi ama başıralamadı. 9 Mart'ta Mahir Kaynak'ın ihbarıyla önlenen 1971 darbesi de bir diğeri...

* * *

Prof. Nevzat Tarhan, NATO eğitimi alan subayların Atlantikçi kadrolar arasında yer aldığını ve Avrasyacı gruba operasyon çektiğini söylüyor. Tarhan, gerçekçi bir bakış açısıyla FETÖ'yü de "darbede kullanılan bir dinamik" olarak değerlendiriyor. "15 Temmuz'da yapılan darbe FETÖ'cü darbe olarak biliniyor ama aslında FETÖ omurga. Ama Atlantikçi darbe" diyor Prof. Tarhan. "Avrasyacı" diye adlandırdığı grubun Ergenekoncu olduğunu da ekleyerek...

Bir önemli detay veriyor Küçükçekmece Belediyesi'nin düzenlediği konferansta konuşan Prof. Dr. Nevzat Tarhan: "Tutuklu olan Akın Öztürk İsrail'de eğitim gördükten sonra birden değişmiştir. Atlantikci ekolde yetiştirilen subaylar mercek altına alınması gerekir." Yani, kurmaylık eğitimini NATO'da alanlara dikkat etmemiz gerektiğini söylüyor Prof. Tarhan.

* * *

Bu açıklama ışığında tekrar etmemiz gereken gerçek şu: Türkiye'nin NATO'ya girişinden itibaren yaşanan süreç, gözbebeğimiz TSK'yı ABD'nin "bizim çocuklar"ı haline getirmiş. NATO'ya girişin ardından 1957-1958'de bir grup subayın hükümete komplo hazırlamak suçundan tutuklanmalarıyla başlayan "siyasete apoletli müdahale" dönemi de 15 Temmuz'a kadar devam etmiş. "Tehlike henüz geçmedi" diyenler arasında Avrasyacı Doğu Perinçek de var, "Yeniden Milli Mücadele" ekolünden gelen Melih Gökçek de...

"Gözbebeğimiz ordu nasıl bu hale geldi?" diye merak edenlerin, ideolojik merceği beyinlerinden çıkarıp tarih okumasını yeniden yapmaları gerekiyor.

Meraklısı için başlangıç noktası da Truman doktrini olmalı. İçinde "yeşil kuşak"ı da bulunduran Truman doktrinini ilk uygulamaya başlayan da "tek adam" İsmet İnönü'ydü...