Dün Atatürk'ü andık...
Maalesef şunu görüyoruz ki, 79 yıl geçmesine rağmen, hâlâ Atatürk'ü hazmedemeyenler var...
Kimileri kulaktan dolma bilgilerle, ipe sapa gelmez sözlerle Atatürk'ü karalıyor...
Bunun cehaletten kaynaklandığını düşünebilirsiniz... 
İşin özü o kadar basit değil...
Neredeyse bir asırdır bitmeyen kini cehaletle açıklamak çok mümkün değildir...
Kurtuluş Savaşı'nda, Türk Milletinin büyük çoğunluğu tam bağımsızlık parolası ile yola çıktı...
İşgale karşı çıkan, tam bağımsızlık için hareket eden Türk milletinin önderliğini de Atatürk yaptı...
Saltanata destek vermek ayaklarıyla işgalin sürmesini isteyenler çıktı...
Manda ve himaye taraftarları oldu...
Kısacası tam bağımsızlık hareketine karşı çıkanlar vardı...
Atatürk'ün önderliğindeki Türk milleti ise boyunduruk altına girmeyi asla kabul etmedi ve tam bağımsızlık dışında hiçbir güce boyun eğmedi...
O gün tam bağımsızlığı hazmedemeyenler, manda ve himaye taraftarları, Atatürk'e düşman oldu.
Düşmanlık o gün bugündür devam ediyor...
Onların dertleri aslında Atatürk de değildir...
Türk milletinin bağımsızlığını, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak ayakta durmasını hazmedemiyorlar...
Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde belli yerlere gelebilenler bile besle kargayı oysun gözünü misali "90 yıllık reklam arası" diyebiliyor...
Olayın diğer boyutu daha da vahim...
Atatürk'ü karalıyorlar...
Ama Atatürk'e "hırsız, devletin kasasını soydu" diyemiyorlar, çünkü dürüstlüğünden onlar da şüphe duymuyor.
Atatürk'ü vatan haini diyemiyorlar, vatan hainlerinin en büyük düşmanı olduğunu en iyi onlar biliyor.
Bunu yapamadıkları için de belden aşağı vuruyorlar...
Annesi üzerinden iftira atıyorlar, babası üzerinden karalıyorlar...
Aslında Atatürk'e çamur atarken bile ne kadar büyük lider olduğunu kabul ediyorlar...
Atatürk'ün yaptıklarını biliyorlar, nimetlerini de yiyorlar ama...
Bünye bozuk, hazmedemiyorlar...

 ***

Atatürk ve nezaket

Atatürk'ün yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor...
Bir gün Atatürk'le beraber Samanpazarı yoluyla Ulus'a geçiyorduk.
Samanpazarı'nda bulunan bir kitapçı dükkânının önünde, nefis bir halı asılıydı. Harp yıllarının sonu olduğundan hiçbir yerde, hele Ankara'da böyle güzel bir şey görmek pek şaşırtıcı olduğu için halı Atatürk'ün de dikkatini çekti. Arabayı durdurup indik.
Kitapçı, Ata'yı görünce, "Buyurun Paşam" diyerek heyecanla bir emri olup olmadığını sordu. Paşa da bu halıyı çok güzel bulduklarını ifade ettiler. Kitapçı; "Paşam, bu halı bir müşterimin... Paraya ihtiyacı olmuş, satılması için bana bıraktılar. Benimle bir ilgisi yok" dedi.
Atatürk, böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı sahibinin nereden almış olabileceğini öğrenmek istedi. Kitapçı ezile büzüle; "Paşam, emanet eden, isminin söylenmemesini özellikle rica ettiler, müsaade ederseniz ismini söylemeyeyim" dedi.
Bu sefer Atatürk daha çok merak edip; "Çocuk, belki halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu öğrenmek isteriz" dedi.
Kitapçı; "Paşam 40 lira istemişlerdi" deyip yine halı sahibinin ismini vermedi.
Atatürk halı sahibini iyice merak edip ısrar edince de, kitapçı istemeyerek ve sıkılarak; "Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam" dedi.
Abdülhalim Efendi, Mevlana soyundan gelmiş, Konya milletvekili olarak Meclis'te görev yapıyordu. Kapısı herkese daima açık, cömert, gayet güzel konuşan, Mevlevi kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü sözü doğru bir kişiydi.
Atatürk, bu cevabı alınca çok duygulandı ve bana dönerek dükkâna 40 lira bırakmamı emretti.
Hemen parayı bıraktım. Kitapçı halıyı koşarak indirip paket yapmaya koyuldu.
Atatürk, Abdülhalim Efendi'nin kişiliğinden övgüyle bahsederek; "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak kadar parasız kalıyor ama kapısını kimseye kapamıyor" dedi.
Sonra da kitapçıya dönerek; "Bana bak, halıyı biz alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi'nin evine yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de kendilerine bir kahve içmek için geleceğimizi söyleyiniz" dedi. 
Kitapçı bu davranışa şaşırmış bize bakarken, arabaya binip uzaklaştık.
Aynı akşam Abdülhalim Efendi'nin evine gittik. Kendisi bizi avlu kapısında karşıladı.
Eve girince baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu. Mütevazı evinde minderlere oturuldu, kahveler içildi.
Abdülhalim Efendi; "Paşam, halıyı almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade ederseniz, arabanıza koyduralım" dedi.
Atatürk de; "Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada sana kahve içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz" diyerek halıyı açtırdı ve odaya serdirdi.
Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken Abdülhalim Efendi yine bizi kapıya kadar uğurlayarak; "Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı..." derken Atatürk sözünü keserek mütebessim; "Abdülhalim Efendi, onu sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu burada görmek ve üzerinde oturmak isteriz" diyerek veda edip ayrıldılar.
Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi Efendi'ye, kitapçıya bile belli etmemeye çalışarak ihtiyacı olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı. 
Abdülhalim Efendi de, o halıyı Konya Mevlânâ Müzesi kurulunca oraya armağan etti.

***

TEBESSÜM

Bir Türk dünyaya bedeldir

Atatürk, Kastamonu ziyaretinde, kışlaya da uğrar. Koğuşları gezerken, her koğuşta birçok vecizeler görür. Bir koğuşta büyük bir levhada şöyle yazılıydı:
- Bir Türk on düşmana bedeldir.
Atatürk, bunu görünce birden bire durdu, yüzü değişti, gözleri daldı. Sonra sert bir sesle şöyle der;
- Hayır, hayır, bir Türk dünyaya bedeldir.

***

GÜNÜN SÖZÜ

O büyük insan (Atatürk) yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi. -Emanullah Han (Afgan Kralı)