Düşünülmeden söylenen sözler, yersiz konuşmalar insanın başını derde sokuyor. Değerli makamları değersiz kişilerin aldığını görenler, “Bülbülün yerini kargalar almış,” derler. Halk ozanlarımız da sevgilinin sesini bülbül avazına benzetmişler.:
“Ey şahin bakışlım bülbül
avazlım
Bir eli kadehli bir eli sazlım
İşte ben gidiyom kal ahu
gözlüm
Ne sen beni unut ne de ben
seni”
Bir laedrimiz var:
“Gül, gül dedi bülbüle, bülbül
gülmedi gitti
Gül bülbüle, bülbül güle yar olmadı
gitti”
Coşkunî mahlasıyla şiirler
söyleyen Mehmet Coşkun bir
şiirinde:
“Bülbül hep şakıdı gonca gül
için
Güle kavuşacak ince yol için
Gül se açmalıydı tatlı dil için
Bülbül uçtu gitti gül dedi neden”
diyor.
Ölüm karşısında insanın çaresizliğini anlatmak için atalarımız “Gitti gül, gitti bülbül, ister ağla ister gül” demişler. İnsan yaşarken değerini bilmeli, sevgiye sevgiyle karşılık vermede geç kalınmamalı... Gül, aşkın her çeşidinde sevgiliyi temsil eder; bülbül ise onun aşkıyla yanıp tutuşan âşıktır. Bülbül âşık, gül maşuktur. Biz bunu böyle bilelim ve bu duygu iklimden hiç ayrılmayalım. Ama gerçek başka...

Şiiri, musikiyi, efsaneleri, inanışları göz ardı eden bazı bilim adamları bülbülün en sevdiği yemekler arasında olan bazı kurtçuklar sadece gülün tomurcuk kısmında bulunurmuş. Meğer yüzyıllardan beri bülbülü şeyda aşktan değil açlıktan figan edermiş. Bizler:
“Bir seher vaktinde indi bağlara
/ Öter şeyda bülbül gül yarelenir”
derken bülbül bir kurtçuk için gülden güle sıçrıyormuş. Maniler, içli dokunuşlu şiirlerdir. Her biri bir gönül deryası sanki... Güllerle gün eyleyen bülbüller mi dersin, bülbüllerle düğün eyleyen güller mi dersin? Dert üstüne dert bağlayanlar da, gurbeti boynuna dolayanlar da, gözleri yollarda kalanlar da manilerimizde var. Sayıp dökmekle bitmez ki...
“Güle naz / Bülbül eyler güle
naz / İndim o dost bahçesine /
Ağlayan çok gülen az”
“Bülbül ah ile öter, / Ah ile
ömür biter, / Dünyanın sonu
ölüm, / Ayrılık daha beter.”
“Gül benim gül efendim, / Dili
bülbül efendim, / Burada kan ağlarım,
/ Sen orda gül efendim.”
“Ekin ektim gül bitti / Dalında
bülbül öttü / Ötme bülbülüm
ötme / Ayrılık canıma yetti”
“Gülün budağı kanar / Dalına
bülbül konar / Gurbet ele düşeli /
Yanar yüreğim yanar”
İnanç dünyamızda, gül ve bülbülün saygın yeri var. Fuzulî, Peygamberimiz’i övdüğü “Su Kasidesi” nde: “İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile / Gül budağının mizacına gire kurtara su” diyor. “Su” yerine Hz. Muhammed ve O’nun yolunu, rahmeti; “Gül” yerine Tanrı’dan başka bütün varlıkları, dünyayı; “Bülbül” yerine Hak âşığını, “Budak ve dikenleri” yerine de nefisi koyarak yorumlayın bakalım.

Bülbül-gül ve dert. Bu dert aşk derdi, özlem derdi... Kavuşmak için çırpınış ve çağlar boyu bitmez bir serenat. Takvimlerde nisanın ilk haftası “Bülbüllerin ötme zamanı” diye yazılı.

Çukurovalı ozan, “Ötme garip bülbül gönül şen değil” diyor. Zavallı bülbül. Kendi derdine mi yansın, kimseyi memnun edemediğine mi? Kimi “öt” diyor, kimi “ötme” Âşık Veysel, yüzyıllar ötesinden gelen sese kaynak olup bize aktarmış:
“Seherde ağlayan bülbül
Sen ağlama ben ağlayım”

Çoğu gurbetçi, sıla özlemimin acılarına bülbül türkülerini katık eylemiş. Gözyaşlarıyla boğazının düğümlerini çözmeye çalışmış... Örneğin Âşık Turabî’nin türküsüyle teselli bulmuşlar:
Mihrican mı değdi gülün mü
soldu
Gel ağlama garip bülbül
ağlama
Felek baştanbaşa kimi
güldürdü
Gel ağlama garip bülbül
ağlama
Şakı benim şeyda bülbülüm
şakı
Bu dünya kimseye kalır mı
baki
Sana da mı değdi feleğin oku
Gel ağlama garip bülbül
ağlama
Gonca gül açılır har ile geçer
Dertlilerin ömrü zar ile geçer
Turabi biçare serinden geçer
Gel ağlama garip bülbül
ağlama
TRT’nin şarkılar repertuarına göz atsanız, Bülbül şarkıları sayısının türkülerden aşağı kalmadığını görürsünüz. Osmanlı’dan günümüze gelenleri, Dede Efendi’leri, Zekai Dede’leri, Dellalzâde’leri, Hacı Arif Bey’leri, Hacı Faik Bey’leri, Nikoğas Ağa’ları bir yana bırakalım. Yakın zamanımızın bestekârlarının bülbülü konu alan şarkıları var.
Zeki Müren’in “Bülbül âşıkmış güle” sini, Saadettin Kaynak’ın “Bülbülüm gel de dile” sini, Yusuf Nalkesen’in “Bülbülün çilesi yanmakmış güle” sini, Necip Mirkelâmoğlu’nun “Bülbülü mahcup ettim feryat imtihanında”sını ve onlarcasını anımsarsınız.