Detaylarını gazetemizin 16. sayfasında okuyacaksınız. Olay, "insan hakları", "Avrupa Birliği", "inanç özgürlüğü" falan edebiyatı yapanların görmezden geldiği, 100 yıldan fazladır devam eden bir sistematik zulmün ta kendisi.

Hakları, Lozan Antlaşması ile garanti altına alınmış Yunanistan'daki Müslüman Türk azınlığın bitmeyen acısı. Türkiye'yi idare edenlerden tutun da, Türklük ve Müslümanlık üzerinden siyaset yapanların da pek dillendirmediği, kamuoyu oluşturmadığı bir facia.
Selanik'te yaşayan Müslüman Türklere ait tek bir ibadethane yok. Osmanlı döneminden kalma 4-5 cami kalmış ayakta ama onlar da müze yapılmış. Bakmayın "müze" dediklerine, sadece kuru bina olarak tutuluyor çoğu.

Ama Müslümanlar, ibadetlerini apartman dairelerinde, derneklerinde kurdukları mescidlerde yapıyorlar. Ne mezarlıkları var, ne de cenazelerini dini kurallara göre kaldırabilecekleri bir ibadethaneleri. Selanik'te vefat eden birisini, İslâmi usullere göre defnedebilmek için Batı Trakya'ya, Gümülcine'ye götürüyorlar. 200-250 kilometrelik yolu, ölülerini dini kurallarına göre gömmek için katediyorlar.

* * *

Batı Trakya Türkleri'nin, Lozan Antlaşması'ndaki karşılığı Türkiye'de yaşayan Hıristiyan azınlık... Türkiye, bu konuda üzerine düşen tüm yükümlülüğü "insan hakları" daha doğrusu "inanç özgürlüğü" bağlamında yerine getiriyor. Rum Ortodoks kilisesine bağlı cemaati kalmamış kiliseler bile 1989 yılından itibaren restore edildi, ibadete açıldı. Yerle yeksan olmuş ama eskiden varlığı bilinen kiliseleri bile ihya edip ayağa kaldırdı Rum cemaati. Turgut Özal'ın başbakan, Mesut Yılmaz'ın önce Kültür Bakanı, ardından Dışişleri Bakanı olduğu dönemde imzalanan "Avrupa Mimari Varlığını Koruma Sözleşmesi" çerçevesinde yapıldı tüm bunlar. 

Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye'de bir "Lozan karşıtı" etkin bir lobi var. Lozan Antlaşması'nı adeta Türkiye'nin elini, kolunu bağlayan bir anlaşma gibi lanse ediyorlar. Ama bu anlaşmanın, özellikle sınır komşumuz olan ülkelerdeki Osmanlı bakiyesi nüfusa tanıdığı hakları da yok sayıyorlar. Bu hakların kullanılması için en ufak bir diplomatik adım görmüyoruz.

Batı Trakya'da, Gümülcine'de, Bulgaristan'da Müslüman azınlık dini liderlerini seçme hakkına sahip uluslararası anlaşmalara göre. Ama ne Atina ne de Sofya bu hakkı kullandırmıyor. Bir müftü ataması yapıyor ve onu muhatap kabul ediyor. Atadıkları müftü de, oradaki rejime daha doğrusu çarpık sisteme biat etmiş müftü oluyor. Sofya'da uzun yıllar eğitimini Baas Partisi'nin dini eğitim kurumlarında almış müftüler görev yaptı. Çoğunluğu da Şam'da eğitim görmüş oluyordu. 

* * *

Yunanistan'ın da, Bulgaristan'ın da "dini azınlıklar"a dönük uygulamaları herşeyden önce Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye dayattığı, daha doğrusu titiz davrandığı kriterlerin hiç birisine uymuyor. Bu uygulama, sadece Müslümana değil, Ortodoksa, Katoliğe, Ermeniye, Süryaniye yapılsa da tek kelimeyle zulümdür. İnsanlık dışıdır. 

Türkiye, Rum Patrikhanesi'nde seçimler Lozan Antlaşması'na uygun yapılabilsin diye, Mısır'dan, Suriye'den gelen Rum Ortodoks papazları T.C. vatandaşlığına alıyor. Onların Sen Sinod Meclisi'nde görev almasına, antlaşmalara aykırı olsa da göz yumuyor. Kısaca işi kolaylaştırıyor. 
Elbette Atina ve Sofya'daki "ırkçı" bakış açısının faturası, Türkiye'de yaşayan azınlıklara çıkarılmasın. Ama uluslararası arenada bu işin de peşi bırakılmasın.

Seçim döneminde meydanlarda sık sık "Evladı fatihan", "ensar", "ecdad yadigarı" edebiyatı dinliyoruz. İyi ama, bu edebiyatın Selanik'te, Kırcaali'de yaşayan Müsümana hiç bir faydası yok. Selanik'teki cenazesini gömmek için 200 kilometre ileriye taşımak zorunda. Kırcaali ve Bulgaristan'ın dağ köylerinde Müslümanlar kefen pahalı olduğu için cenazelerini yatak çarşafına sararak gömüyor.

* * *

Bulgaristan Avrupa Birliği'nin dönem başkanı. AB'nin başkanı ülkede, Müslüman Türk azınlığın hakları çiğnenmeye devam ediyor. Yunanistan, AB'nin gözde ülkesi. Ege'de silahsızlanmayı ihlal etmesine, Türk kara parçalarını işgal etmesine göz yumulduğu gibi, Müslüman Türk azınlığın tüm haklarının ihlal edilmesine kayıtsız kalınıyor. 

Bu manzara, Avrupa Birliği'nin "insan hakları" üzerine kurulu bir düzeni değil, tamamen Avrupa'nın ekonomik ve dini çerçevesini çizen bir yapı olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

Türkiye, azınlık vakıflarına ait gayrimenkulleri yıllar sonra iade etme sürecini başlattı. Mardin'deki Mor Gabriel Manastırı Vakfı'na ait arazi, yıllar sonra Süryani cemaatine iade ediliyor. Bunlar, tüm dünyanın alkışlaması gereken hareketler. Bunu yapan Türkiye, neden Atina ve Sofya'ya karşı "Müslüman Türk azınlık" dediğinde "Osmanlıcılık yapıyorsunuz", "Şovenistlik, ırkçılık, mezhepçilik yapıyorsunuz" diye tepki gösteriliyor ki!..

Aksine, Türkiye bu konuda üzerine düşenleri tam olarak yerine getirmediği için tüm eleştirileri de hakediyor. Balkanlar'daki Osmanlı bakiyesi "evladı fatihan", Suud çetesinin fonladığı Vahhabi-Selefi misyoneri imamlara mahkûm ediliyor. Balkanlar'da bu yüzden El Kaide türü yapılanmalar kolay zemin bulabiliyor. Bu yüzden Müslümanlar "potansiyel terörist" olarak görülüyor.
Bu konu öyle ihmal edilip geçiştirilecek bir konu değil. Takip etmeyi sürdüreceğiz.