Sokaktaki vatandaşı pek ilgilendirmiyor, gündeminde yer almıyor ama az buçuk gerçeklerle yaşamayı tercih edenler hâlâ Suudi Arabistan'ın İstanbul'daki Konsolosluk binasına girdikten sonra buharlaşan gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın akıbetini merak ediyor.

Sadece Suudi Arabistan vatandaşı olduğu için, evlenmek üzere gerekli evrakları almak için gittiği konsolosluk binasından bir daha çıkmadı Kaşıkçı. Ortaya çok çarpıcı ve ilginç iddialar atıldı. Bir dönem birlikte çalıştığımız Turan Kışlakçı, en dehşetengiz olanını dillendirdi: Öldürüp parçaladılar...
Kaşıkçı'nın kaybolduğu gün Suudi Arabistan'dan 2 jetin Atatürk Havalimanı'na indiği, içerisinde "çok özel" devlet görevlilerinin olduğu, valiz satın aldıkları, panelvan tipi bir aracın konsolosluktan çıktığı ve nereye gittiğinin bilinmediği gibi bilgiler basında yer aldı.

Suudi vatandaşı Cemal Kaşıkçı, Riyad'da yeni tesis edilen rejimin "muhalifi" olarak biliniyor. ABD-İngiltere ve İsrail destekli Prens Abdullah'ın ipleri ele geçirmeye başladığı dönemde muhalif olmuş Kaşıkçı. Yoksa öncesinde bir sorun yok. Bir yıllık "muhalif"lik kıdemi var. Öncesinde rejimle de sarayla da arası gayet iyiymiş. Washington Post yazarı olması sayesinde gündeme oturdu Kaşıkçı.

Türkiye'de belli çevreler tarafından iyi tanınıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la birkaç röportaj yapmış, istediği zaman ulaşabilecek bir yakınlığa sahip. Eğer konsolosluk binasından çıkmış olsaydı Sakarya Üniversitesi'nde düzenlenen bir konferansa katılacaktı. Başına gelecekleri sezmiş olmalı ki önceden arayıp katılamayacağını bildirmiş.

* * *

Suud gazetecinin elçilik binasında sırra kadem bastığı gün gelen 2 jetten biri Kahire'ye inmiş, diğeri Dubai'ye. O çevreleri çok iyi gözlemleyen Fehmi Koru, Dubai ve Kahire'ye özellikle dikkat çekerek daha önce yaşanmış 2 kaçırma olayını anlatıyor. Mısırlı bir din adamı olan Hassan Mustafa Osama Nasr, İtalya'nın Milano şehrinde yaşarken 2003 yılında güpegündüz sokakta kaçırılmış. Bir yıl sonra işkence görmüş şekilde Kahire'deki bir evde bulunmuş. Osama Nasr'ı CIA ekibi kaçırmış ve İtalyan yargısı 22 CIA ajanını gıyabında yargılayıp mahkûm etmiş.
İkinci olay Filistin'deki Hamas'ın beyin takımından Mahmoud al-Mabhouh'un başına gelmiş. Dubai'deki otel odasında 2010 yılında infaz edilmiş ve infaz timi kameralara takılmış. Timde 26 MOSSAD ajanı yer almış. Timde yer alanların 12'si İngiltere, 6'sı İrlanda, 4'ü Fransa, 3'ü Avustralya ve biri de Alman pasaportu taşımaktaymış. Elbette pasaportların hepsi çakmaymış.

Suud istihbaratı, "soğuk savaş" döneminde ABD tarafından kurulan "Ortadoğu ağı"nda yer aldığı için Türk istihbaratını yakından tanıyor. O ağda Mısır, Şah'ın yönettiği İran ve Riyad istihbaratı da yer alıyor, yakın çalışmalar yapıyorlarmış.

* * *

Suudi Arabistan, "Vahhabilik açılımı" yaparken ters düştüğü, Müslüman Kardeşler teşkilatının çok önemsediği bir gazeteciyi susturmak için neden İstanbul'u seçti sizce? Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen bir gazeteciyi...

İşin sırrı, ABD ve Batı cephesinden yüksek perdeden bir çıkışın gelmemesinde gizli. ABD, "Olayı araştırmak üzere Türkiye'ye bir FBI ekibi gönderebiliriz" açıklaması yapınca tüylerim diken diken oldu. Ne demek FBI? Burası, ABD'nin bir eyaleti mi? Rıza Sarraf'ı ABD'ye çok gizli bir operasyonla götürmeyi başaran FBI'ın, Türk istihbaratı dururken bu olayı araştırmaya cüret etmesini kim içine sindirebilir ki!.. 

Riyad yönetimi, Katar'la yaşadığı krizde Ankara'nın "mini yarımada" ülkesine asker göndermesini ve açıkça Katar'ı desteklemesinin misillemesini yaptı aynı zamanda bu eylemle. Suriye ve özellikle İdlib'de Ankara'nın Rusya ve İran'la ortak çözüm geliştirmesine karşı da yapılmış bir hamle bu... 
Bunu, elbette hem ABD biliyor, hem de partneri Batı ülkeleri. O yüzden Cemal Kaşıkçı olayı üzerinden Suudi Arabistan yönetimini "diktatörlük", "hukuk tanımazlık", "eşkıyalık" gibi suçlamalarla paspasa çevirmiyor, alt perdeden tepkiyle geçiştiriyorlar işi.
* * * 
Bir olaydan daha söz edelim ve Batı'nın "basın özgürlüğü"ndeki farklı standardını daha net anlayalım.
Bulgaristan'da geçtiğimiz hafta bir gazeteci öldürüldü. TVN kanalında 'Dedektör' adlı program yapan ve AB fonlarının Bulgaristan'da nasıl iç edildiğine dair yolsuzlukları araştıran Victoria Marinova, Ruse'deki bir parkta öldürülmüş halde bulundu. Bulgar yetkililer, Marinova'nın tecavüz edildikten sonra öldürüldüğünü açıkladı ve hemen ardından bir zanlı yakalandı. Cinayetin "adi bir cinayet" olduğu görüntüsü, bu zanlı sayesinde verildi, dosya kapatıldı.

Şimdi biraz hayal dünyamızı zorlayıp farklı bir senaryo yazalım. Elbette böyle bir şey olmasını istemeyiz ama "olsaydı ne olurdu" diye şu senaryo üzerinde düşünelim:

MİT Tırları davasının sanığı Can Dündar, Almanya'da sürdürüyor hayatını. Can Dündar bir resmi evrak için Türkiye Cumhuriyeti konsolosluğuna gitse ve ortadan kaybolsa neler olurdu? Ya da Türkiye'de bir gazeteci "yolsuzlukları araştırdığı" için öldürülse...
Tüm Batı basını, ABD'si, dünya gazetecilik örgütleri, insan hakları teşkilatları, siyasiler, aydınlar, AB Konseyi, BM yetkilileri falan neler söyler, Türkiye'ye nasıl dünyayı zindan etme çabasına girerlerdi? 

Yorumlarınızı bekliyorum...