Hz. Mevlana'nın Mesnevi Şerfi'nin Ney'e ayırdığı ilk 18 beytinin ilk beytinde olduğu gibi; 'Duy şikayet etmede her an bu ney, Anlatır hep ayrılıklardan bu ney. / Kim ki aslından ayırmış canını, Öyle bekler, öyle vuslat anını.'' Ülkemizde ya da farklı ülkelerde, bize bize ait, bizim ve bizde, bizden olan ama uzak kaldığımız, ayrı düştüğümüz, bizi biz yapan esrar ı hakikatimizi, kendini arayanlara, öze gidiş yollarına düşenlere, alim vasıfları, kal i hal ile yazıları, konferansları, kitapları ile anlatan, gönül ainemizi bize arifçe tutan bir akademik kimlik, mütevazı dost, bir derviş... Belki de bu giriş yazımızdan rahatsızlık da duyacak ama olsun! Biz gönül gözümüzdeki, iç alemimizdeki his ettiklerimizi ve zahiren de görebildiklerimiz ile hakikati, hakikatlice söyleyen, yazan, paylaşan bir Hocamıza, acizane olarak, haddimiz olmayarak belki ama hakkın teslimi ve taktir hislerimizi ifade etmek istedik. Dua niyetine diyelim yine de. Efendim, bu hafta yaklaşık bir asır önce asırlarca insanımızın maneviyat ve kültür hayatımızda, tarifi imkansız derecede, müspet tesirleri olan tasavvuf merkezleri olan tekke ve dergahların kapanmasından sonra, fert, aile, toplum ve millet hayatında yaşanan boşluklar ve çözülmeler, son yıllarda artan bir şekilde yeniden insanı, insanın hakikatini ve sırlarını, insanları aramaya, araştırmaya yöneltti. Bu arada popülist yaklaşımlar, yazarlar ve ehil olan ve olmayanları ayırt edecek bir bilgi ve tecrübeye sahip olamayan insanlar ise, ana ve doğru kaynaklardan mahrum olarak, ana yoldan, özden uzak ve arklı amaç ve mecralara yöneltmeye çalışsalar da, insanı ve insandaki sırların hakikatini ilim ve irfani yönleri ile arayan, araştıran, toplum ile paylaşan ehil zevat da elbette gayrette, hizmetlerde bulundu ve bulunmaya da devam ediyor. Bu zevat arasında gayretli azimli, mütevazı bir alim var ki; Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, kitapları, konferanslar ve makaleleri ile dur durak bilmeden, yurtiçi ve yurtdışında, tasavvufu, tasavvuf kültürünü, insan ve din ve tarihteki yeri ve bugün nasıl anlaşılması ve nasıl yaşanabileceğini anlatan bir isim. Tasavvuf ve insan, tasavvuf ve sanat, oruç ve insanın fizik ve maneviyatındaki tesirleri, insanın açmazları, buhranları ve de insanın ulviyyeti ve insandaki sırları konuştuk, sohbetimiz ile...

?????????????

Oruç tutmak, sadece aç kalmaktan mı ibarettir. İnsanın fiziki hayatında ne tür etkileri oluyor?

Ramazan ayında oruç tutuyoruz ve midemizi aç bırakıyoruz. Oruç tutuyoruz ama fiziksel ve tıbbi karşılığı nedir? Bedeni aç bırakmaktır. Mideyi aç bırakıyoruz. Peki bununla ne yapmış oluyoruz, ne elde etmeye çalışıyoruz? Tıbbi anlamda doktorlar izahat veriyorlar ve diyorlar ki; Vücuttaki, bazı atıl durmakta olan depoların çalışması ve enerji kaynaklarına, açığa çıkması açısından, vücuda herhangi bir besinin girmemesi, o depoların açılmasını ve kullanılmasını sağlıyor. İnsan vücudunun da, canlanmasını sağlıyor. Bu bugün dünyada Müslüman olmayan diyetisyenler dahi, kısa süreli oruçlar veya açlık olarak adlandırdıkları bir tedavi yöntemi öne sürüyorlar. 3 saat, 5 saat, 7 saatlik, 1 günlük, 2 günlük, 3 günlük gibi ve bu günler süresinde, aralıksız aç kalmak, yani hiç iftar etmeden o belirtilen günleri tamamlamak. Peygamber Efendimiz, bir iki kere, 10 güne tamamlamışlar ama 'Bunu siz yapamazsınız' diyerek, kimseye izin vermemiştir. Hiç su dahi içmeden, özel bir oruç. Yani bu açlık dediğimiz eylemin, fiziksel, beden üzerindeki tesiri.

ORUÇ, İNSANIN FİZİK VE MANEVİYATINA OLUMLU ETKİLER İÇERİR

Oruç tutmanın, manevi halimiz üzerinde tesirleri nelerdir?  

Mekanizma aynı şekilde, yani manevi vücudumuzda, maneviyatımızda da, kirlenmeler olabiliyor. Modern hayatın, dünya hayatının, meşgalelerin, şehvetin, nefsin arzularıyla, istekleriyle, kirlenmiş hale gelen nefsin, ruh özelliklerinin çıkabilmesi ve bedene hakim olabilmesi, bu yaşanılan olumsuzluklar sonucunda, çok zor bir hale geliyor. Ruh nefis tarafından, kuşatılma altında, özgürlüğü elinden alınmış vaziyette. Ona bir şekilde, bedendeki fiziksel depoların açılabilmesi için, bir takım egzersiz ve yapılması gerekenler oluyor ise, manevi depoların da açığa çıkabilmesi için, vücuda, mideye, bazı alıştığı besinleri göndermemek gerekiyor. Ancak bu çok çok ağır bir imtihandır. Gerçekten 'ben bir çok ibadeti kolaylıkla yapıyorum ama şu orucu yapamıyorum' diyen, çok insan vardır. Oruç gerçekten, Cenab ı Allah'ın kendi ifadeleri ile buyurduğu gibi; 'Bütün ibadetler, kişinin kendisi içindir ama oruç benim içindir'. Çünkü 'Samadiyyet' özelliği var orda. Yani, yalnız başına kendine yeterlilik var. Malum şeytan ateş imtihanından su ve benzeri bir çok imtihandan geçirilmiştir. Şeytan hepsinden de, bir şekilde sıyrılmıştır, hepsini altetmiştir ama aç bırakıldığı zaman, rivayete göre 40'ıncı günün sonunda pes etmiştir. Her şeye dayanmış, bir tür kılıf bulmuştur ama açlığa dayanamamış ve açlıktan kaçamamıştır. Dolayısıyla da, uzun süreli oruçların gerçekten, insan bedeninde ve maneviyatında çok büyük faydaları var.

ŞERİATSİZ DİN DE, TASAVVUF DA, TARİKAT DE OLMAZ

Son yıllarda, popüler hale gelen tasavvuf ya da sufizm ve yol anlamındaki tarikat, bazı çevrelerce, İslam'dan ya da şeriatten ayrı ya da faklı bir bakış açısı yansıtılıyor? Şeriat dinin, tasavvufi hayatın ve tarikatin neresinde ve önemi nedir?

?????????????Asında bu bahsettiğiniz yaklaşımları biz de görüyoruz fakat ne bu yaklaşımlar, ne de böyle bir oruç, işin özüne uymaz. Aslında iki gerçeklik var. Şeriat ve Hakikat. Tarikat aslında bu iki köprünün adı, yolun adı. Zaten 'tarik' yol demek. İnsan tarikatte ise zaten daha yolda demektir. Şeriatte ise daha yola koyulmamış demektir. Yani yola çıkması gerekir. Burada önemli bir ayrım şu; Ben şeriatten sıtart aldım, başladım yolculuğa, yelkenler fora dedim ve yola çıktım ve tarikatteyim. Ama burada da bazen yola takılmalar da olabiliyor. Şeriatın da, tarikatın da gayesi kişiyi, hakikate erdirmektir. Biz bu dünyaya hakikati, bulmaya bilmeye geldik. Zira hakikat, bizim kendi aslımız. Biz kendi aslımızı arıyoruz. Yani hakikat diye bizden ayrı, bizden ayrık varlık yok. Bizim hakikati arayışımız, aslında bizim kendimizi arayışımız. Kendimizi arayışımız aslında, Allahımızı arayışımız. Kendimizi bulduğumuz noktada, Allah'ımızı buluyoruz. Çünkü, Allah 'Ben size, kendi ruhumu üfledim' diye buyuruyor. Bizim kendimiz ile uğraşmamız aslında, Allah'ı arama çabasının bir uzantısıdır. Allah kendi kendine konuyor, aslında. Dolayısıyla seyir, Allah'tan, Allah'adır. Biz, Allah'ın mülkünde, Allah'ın sıfatlarının, uzantıları olarak, tecelli etmiş, aslında nurani varlıklarız. Ama görmüyoruz ama bilmiyoruz. Allah 'Ben sizdeyim ama görmez misiniz' buyuruyor ayeti kerimede. Başka bir ayetinde ise ' Her nerde iseniz, ben sizinleyim' buyuruyor. Dolayısyla şeriatsiz  tarikat, tarikatsız hakikat olmaz. İster Hacı Bektaş ı Veli Hz. olsun, ister Hoca Ahmed Yesevi Hz. olsun, ister Muhıddin İbn i Arabi Hz olsun, ister Niyazi Mısri Hz. Olsun, kim olursa olsun, bütün arifler, değişik dillerde, değişik şekillerde, hepsi bu '4 kapı 40 makam', mealinde olduğu gibi, dinin açılımının mertebelendirilmesini yapmışlar. Bunların hepsinin de, ortak olarak birinci mertebesi, birinci merhale olarak söyledikleri mertebe 'şeriat mertebesi'dir. Ve bütün her şey, şeriatın içinde, gizlenmiştir. Şeriatta, sırlanmıştır, her şey. İşin adeta pandora kutusu gibi, ortada bir kutu var ve siz o kutuyu açarak, içinden o inciyi çıkartacaksınız. Veya İsmail Hakkı Bursevi Hz'nin, Yunus Emre Hz.'nin ve diğer manevi büyüklerin yaptığı benzetmeye göre, bir ceviz, cevizin kozun bir yeşil kabuğu, bir kalın kabuğu, içinde ince zarı ve daha sonra özü, bulunan bir mertebe var. Burada kabuk, kabuktur, lüzumsuzdur, diyemiyoruz. Cevizin yetişme süreci çok ilginç bir süreçtir. Ve bakınız o sert kabuğundan özü geliyor veya özünden kabuk yaratılıyor. İkisi arasında bir geçişlilik söz konusu. Birbirinden ayıramıyorsunuz. Yani ceviz ağacında iken, cevizi kırın içi pörsür, içi olmayan cevizin kabuğu da yenmez. Yani öyle bir, etkileşim söz konusu ki,  biri olmadan, diğer olmuyor. Ondan dolayı bugün, şeriat esasları, Kur'an ve Sünnet'in getirdiği emirler, zahiri anlamda söyledikleri, dinin ritüel kısımları, ibadete ait kısımlar, fiziksel hareketler, mali hareketler, zekat gibi, hac gibi, namaz gibi, oruç gibi hareketlerse de, bunların içinde elde edilmek istenen, bir cevher var.

YARIN:

Arapça bilmek ile Kur'an anlaşılmış olmaz!