24 Kasım Öğretmenler Günü kutlandı…

Her yıl olduğu gibi öğretmenlere methiyeler düzüldü, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” gibi övücü sözler tekrarlandı… Hele sosyal medyada, öğretmenler adeta bir melek gibi göklere çıkarıldı…

Sadece bir gün…

24 Kasım’da öğretmenlere methiye düzenler, 25 Kasım’da öğretmenlere eleştiriler, hatta hakaretler yağdırmaya başladı…

Sanılıyor ki, Öğretmenler Gününde, öğretmenleri övünce, törenler düzenleyince sorunlar bitiyor, öğretmenler güllük gülistanlık bir dünyaya kavuşuyor...

Ne konuşulduğu değil, uygulamada nelerin yapıldığı, öğretmenlere ne kadar değer verildiği önemlidir…

Öğretmenleri çok öven siyasiler, daha birkaç ay önce öğretmenlere 3600 ek gösterge sözü vermişti…

Hatırlayanınız var mı?

Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik getirilmişti… Anayasa Mahkemesi 10 yıl önce yasanın bazı maddelerini iptal etti. Yeniden düzenleme yapılması için de bir yıl süre verildi…

10 yıl geçti… Ses yok…

Kimisi uzman öğretmen oldu, kimisi hak ettiği halde olamadı…

Uzman öğretmenliği hatırlayan var mı?

Merak ediyorum, dünyanın herhangi bir ülkesinde aynı okulda derse giren ama özlük ve parasal haklar açısından üç farklı statüde olan öğretmen var mı?

Biri kadrolu öğretmen, diğeri sözleşmeli öğretmen, bir de ücretli öğretmen…

Aynı işi yapıyorlar, aynı sınıfta derse giriyorlar…

Statüleri farklı, kadroları farklı… Daha da acısı ücretleri çok farklı…

Çok acıdır ama bütün gün derse girip de asgari ücret bile alamayan ücretli öğretmenler var…

Öğretmen açığı olduğu biliniyor… Ücretli öğretmenlerle bu açık giderileceğine niçin kadrolu öğretmen atanmaz?

Daha önce sözleşmeli olarak alınan öğretmenler kadrolu yapıldı…

Sonra niçin tekrar sözleşmeli öğretmen alınıyor?

Bu ayrımcılık niçin?

Sözleşmeli öğretmenlerin ve ücretli öğretmenlerin Öğretmenler Gününü kutlarken hiç bunlar aklınıza geldi mi?

Atanamayan öğretmenleri saymıyorum bile…

Onların hali yürek yarası…

Öğretmenlerin can güvenliği, öğrencilerin saygısız tavrı, velilerin tehdit ve hakaretleri, maalesef bazı yöneticilerin öğretmenlere uyguladıkları mobing kanayan yaramız…

Artık sözü bırakıp öğretmenlerin sorunlarını çözme zamanı gelmedi mi?

*****

Bir öğretmen hikayesi

2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.

“Çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme … alırdım’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun” dedim.

Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı.

Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada… Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”

Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”

“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”

Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim.

Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı. “Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”

Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.

Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.

2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.

Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini…

Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını…

Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını…

Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim.

Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestr ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. Öğretmenlik anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır... Kısacası insan olmaktır. (Bir öğretmenin hatırası)

*****

TEBESSÜM

Bedava

Öğretmen öğrencilere sorar:

- Elektrik ile şimşek arasındaki farkı kim söyleyebilir?

Bir öğrenci hemen parmak kaldırır:

- Elektrik paralı, şimşek bedava öğretmenim!

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Öğretmenin gölgesine bile basılmaz.

Kore atasözü