Aşık Paşaoğlu tarihinde, “Devletli Kaba Ağaç” ifadesine rastlanılır. “Kaba Ağaç” anlayışı, bu şekliyle, Dede Korkut kitabında da geçer. “Kaba” sıfatı, ağacın ululuğuna, kutsallığına işaret olarak görülebilir. Dede Korkut öykülerinde “devletli kaba ağacın kesilmesin” sözleri dua yerinde kullanılmaktadır.

Derviş Sanullah “Bir ağaçtır bu alem / Meyvesi olmuş adem” derken dünyayı bir ağaç yapacak kadar ona bağlılık ve coşkun bir tabiat severlik göstermekte. İnsanoğlu yaratılışının ilk gününden itibaren ağaç ile karşı karşıya kalmış. Onu barındıran, besleyen, ısıtan, araç-gereç-silah olan hep ağaç olmuş. Doğumundan beşiğinden, ölümünde tabutuna kadar ağaçla içli dışlı yaşamış. Orhun Kitabesinde ağaçla karşılaşıyoruz. Divanü Lügat-it Türk’de ağacın çeşitli manaları belirtilmiş.

İlk çağ insanları, kendileriyle ağaçlar arasında bir bağ olduğuna ve ağaçların da bir ruhu bulunduğuna inanmışlar. İşte bunun için çocuk doğduğu zaman adına bir ağaç dikilmiş, bu ağaç onun yaşayışının sembolü olarak kabul edilmiş. Bu gelenek bazı yörelerde günümüzde de yaşamakta. Çoğu yerdeki mezar başlarına, evliya türbelerine ağaç dikme geleneğinin kaynağı bu olsa gerekir. Çocuk yetiştirmek, kitap yazmak ve ağaç büyütmek aynı önemde kıymetlendirilmiş. Hurma ağacı, İslam’da ağaca verilen değer için en güzel örneklerinden biri. İslam ananesi, Cennnet’te Sidre’de bulunan ve dalları bütün Cennet’i gölgeleyen Tuba ağacına da büyük önem vermekte. Adını ağaçlardan almış birçok ilçe, nahiye ve köye rastlanmakta. Bir örnek vermek için yalnıza çam ağacı ile ilgili yerleşim alanları arasında; Çameli, Çamiçi, Çamlııbel, Çamlıdere, Çamlıhemşin, Çamlıkaya, Çamlıyayla ve Çamoluk’u saymamız mümkün. Eskiden beri birçok Türk boyları ve şahısları ağaç adını taşıyor. Ruhsati’nin “Ağaçlar hu çeker, iniler taşlar/ Dağlar gözlerinden aktır yaşlar / Bülbül figan eyler feryada başlar/ Öter garip garip diller sabahtan” mısralarında, sabah rüzgârıyla ağacın çıkardığı uğultunun ibadete benzediğini anlatmak istemesi boşuna değil.
Bizim Yunus değil midir; “Ben bir dağın ağacıyım/ Ne tatlıyım ne acıyım/ Ben Mevla’ya duacıyım/ Derdim vardır inilerim” diyen?

Zekeriya Peygamber’den Geyikli Baba’ya kadar pek çok efsanemizde ağacın açılarak içine insan sakladığı motifi var. Dokuz Oğuzların menkıbesinde ise, ağacın insan doğurduğu rivayet edilmekte. “Ağacın maddi yeri toprak. Manevi yeri göktür.” diyebiliriz. Pir Sultan ağaçlar için şöyle söylemiş:
Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar
Kıpkırmızı donlar giyer allanır
Hu dost çağırır allanır ağaçlar
Çiçek açar domur domur
dal verir
Kimi uzar birbirine el verir
Kimi meyve verir kimi gül
verir
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar
Yaz baharda bahçe ile bağ ile
Kaba çamın gürlemesi dal ile
Koç yiğidin eğlencesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
Pîr Sultan Abdal’ım Hatayi
Şah’ım
Adam için ne haketmiş
Allah’ım
Güz gelince salar yaprağın
dalın
Vakti geldi mi sulanır ağaçlar

Halk şairleri şiirlerinin meyvelerini çok defa ağaçtan koparmışlar. Karacaoğlan kederini de, sevincini de ağaçta bulmuş. Sevgilisine “Üstüne gölge olan dallar öğünsün” diye sesleniyor. Pek çok şiirinde öteki halk şairleri gibi sevgilisinin boyunu dala benzetir. Diğer taraftan da sevgilisini yanında bulamayınca “Kömür gözlü yardan ayrı düşeli/ Her dikili ağaç dar benim için.” diyerek gördüğü ağaçları idam sehpasına benzetir. Önce de belirttiğimiz gibi, ağaç eski bir geleneğin devamı olarak halkımızın hayatında bir andaç bir nişan görevi de yapmakta. Bunun izlerini türkülerimizde görmekteyiz. Çocuk doğduğunda, sünnet olduğunda, düğün yapıldığında, bir yolculuğa çıkılacağı zaman ağaç dikiliyor. Artık onun tutması büyümesi için elden gelen yapılıyor. Ağaç boy attıkça, hatıralar canlanıyor. Tıpkı kocası gurbete giden ve yedi yıldır sılasına dönmeyen bir bacının “Ağam sen gideli yedi yıl oldu, / Diktiğin ağaçlar meyveyle doldu/ Seninle gidenler sılaya döndü /Tez gel ağam tez gel eğlenmeyesin .. ”