Siz istediğiniz kadar hâlâ iç siyasetin "anlamsız" ve "havanda su dövme" gündemiyle oyalanıp durun. Türkiye, iktidarda kim olursa olsun, hangi sistemle yönetilirse yönetilsin çözüm bulması gereken önemli sorunlarla karşı karşıya. Eğer siyaseti "iktidar karşıtlığı" veya "domates fiyatı üzerinden hükümete çaktırmam" goygoyculuğu üzerinden yapmaya devam edecekseniz yolunuz açık olsun. Biriniz küçük hanenizde 10'uncu yıl marşını, diğeriniz de ışıltılı plazalarınızda Mehter Marşını son ses açıp dinleyin ve duygularınızı tatmin edin.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yaptığı görüşmeden aklımızda bir tek "domates" kaldıysa, bu yazıyla size pek birşey anlatmamın zor olduğunun farkındayım. Ama en azından konuya ilgi duyanlara, ne kadar ciddi bir eşikte olduğumuzu anlatsam bile yeter.

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Putin'le görüştüğü saatlerde Astana'da Suriye zirvesi devam ediyordu. Bir ara süreç tıkanacak gibi oldu, "Suriyeli muhalifler" olarak adlandırılan grup görüşmeleri kesmeye yeltendi. Erdoğan'ın söylediğine göre MİT Müsteşarı Hakan Fidan devreye girdi ve muhaliflerin yeniden masaya dönmesini sağladı.

Sonuç: Suriye'de "El Nusra'nın isim değiştirmiş hali" dahil birçok örgütün yönettiği İdlib dahil bazı şehirlerde "çatışmasızlık" anlaşması yapıldı. Garantör ülkeler, Rusya, Türkiye, İran... Yani, Rusya, Şam yönetimine bağlı güçlerden, İran bölgeye gönderdiği Hizbullah savaşçılarından, Türkiye ise "Suriyeli muhalifler" olarak adlandırılan Sünni silahlı gruplardan sorumlu olacak. Herkes, etkisi altındaki grupların "çatışmasızlık" anlaşmasına uymasının denetimini yapacak.

Putin, çatışmasızlık ilan edilen, bir anlamda "güvenli bölge" haline getirilen yerlerle ilgili olarak "ABD uçuşları da yasaklanacak" dedi. ABD ise "Böyle bir kararı tanımayız" açıklamasını yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya'ya hareketinden bir gece önce ABD Başkanı Trump'un telefon ettiği Putin'le neler konuştuğunu da bilmiyoruz tabii.

Trump'la Putin'in kendi ajandalarından ibaret ve birbirlerinden farklı yöntemlerle, Suriye'de farklı hedeflere varma isteğine sahip olmaları da mümkün. Yeni bir Sykes Picot üzerinde uzlaşmaları ve Türkiye'yi de "yeniden şekillendirilecek ülke"ler arasına almaları da...

* * *

Aslında "dış politika" olarak değerlendirip gözden uzak tuttuğumuz şeyler, doğrudan iç siyasetimizi de ilgilendiren, günlük yaşantımıza bile etki eder hale gelen şeylerden müteşekkil.

Suriye'de sürdürülebilir bir barış ortamının doğması, sadece bölgeyi değil Türkiye'yi de rahatlatacak. Çünkü Suriye, Türkiye ekonomisinde ciddi yaralara yol açtı, neredeyse 10 tane Avrasya Tüp geçidi veya Yavuz Sultan Selim Köprüsü ya da Orhan Gazi Köprüsü gömdük Suriye'ye ve mülteilere...

Ancak "neomandacı"ların sesi daha çok çıktığı için kendi içimizde bu sorunları nasıl el ele aşabileceğimizi dahi konuşamıyoruz.

Bu "yeni nesil" mandacıların bir bölümü Rusya'yla yakınlaştığımızda sevinçten havalara uçuyor ve "Erdoğan bizim çizgimize geldi" diyerek yüzde sıfır virgül bilmem kaç oya tekabül eden kitlesini tatmin ediyor. Diğerler "mandacı"lar ise Trump'a, onun CIA başkanına falan güzellemeler sıralamakla meşgul. Dış dünya ise bizim halimize "Türkiye  ABD ve Rusya arasında kendisini ihaleye çıkardı" diye yorumluyor durumumuzu.

* * *

Rusya'yla domates hariç mutabakata vardık ve mutlu döndük. Peki ya ABD?

ABD'nin uzun süredir devam eden "tehlikeli" ve "tehditkar" tavrı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önümüzdeki günlerde ABD'ye yapacağı ziyarette değişecek mi sizce? Ya da Türkiye'yi Beyaz Saray'da nasıl bir manzara bekliyor. "ABD derin devleti"nin Türkiye'ye dayattığı ağır şartlar karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kurmaylarının hamleleri ne olacak? Trump'un önümüze koyduklarından kabul ettiklerimiz, Rusya'yla vardığımız mutabakatların hangilerini olumsuz etkileyecek?

Bu soruları ve benzer oranda can alıcı olanları artırmak mümkün. Ama isterseniz ben size, ilk önce ABD'nin önümüze koyacaklarını anlatayım. Gerçekten "ciddi sorunlar" olarak gören çıkarsa içinizden, mensup olduğu siyasi gruplarda "Peki en az hasarla bu durumdan nasıl çıkılır" tartışması yapmaya başlasınlar. Sonuçtan beni de haberdar ederlerse, bu köşede yer vermeye hazırım.

Beyaz Saray'a biz "Suriye PKK'sını müttefiklerin arasından çıkar. FETÖ'nün ele başını teslim et. Rıza Sarraf'ı da serbest bırak" diyeceğiz. Trum da, "Biz Black Water onları eğitip bizim lejyonerlerimize dönüştürsün diye çok yatırım yaptık" diyecek. Ardından, hem Sarraf dosyasının içeriği, hem de başka "kriminal" şantajlarla bizi PYD ile omuz omuza Rakka'ya gitmeye zorlayacak. Belki de "PYD'ye razı ol, hem FETÖ liderini, hem de Sarraf'ı teslim edeyim" diyecek. Rakka'da bize ihtiyacı olduğundan değil, PYD'yi meşrulaştırmak için yapar bu fedakârlığı. Tıpkı, sınırımıza PYD'yi korumak için zırhlı araçlarını ve askerlerini konuşlandırıp "sıkıysa vur" dediği gibi...

"Domuzdan post, ABD'den dost olmaz" klişesine geldik yine... Peki çözüm ne? Bu cendereden çıkış yolu var mı?

Önce, "neomandacılar" ile vatanseverliği kendi tekellerinde görenlerin "çözüm önerileri"ni dinleyelim. Sonra benim de söyleyeceklerim var elbet...