Betül Çavuşoğlu’nun “İki Kutuplu Sonsuzluk BİPOLAR” adlı kitabından söz edeceğim. Önce, kitap içeriğinde yer alan üç dizelik bir şiirden alıntı yapmak istedim:

“RUHUM / Mavi derinlikte öylesine oturmuş / Ruhumla baş başa konuşurken / Neye benzediğine bakıyorum karanlığın”

Bu dizelerden sonra, pek çoğunuzun bildiğini sandığım Nasrettin Hoca fıkrasıyla Betül Çavuşoğlu’nun yazdığı “Bipolar”ın kapısını açacağım.

Nasrettin Hoca, damından düşmüş. Perişan oflayıp puflarken yanına gelenler:

“A be hoca, ne işin var damda? Dikkat etsene. Haydi düştün. Bari biraz dayan. Bu kadar nazlanırsın,” demişler. Hoca inlerken:

“Siz hiç damdan düştünüz mü,” diye sormuş. Oradakiler:

“Yook!” demişler. Bunun üzerine Hoca:

“Öyleyse siz gidin de yanıma damdan düşen birisi gelsin,” demiş.

Evet, başına gelmeyen bilmez.

Bu girişten sonra “manik depresyon” olarak da tanımlanan “bipolar” hakkında birkaç cümle söz edeyim ki, Betül Çavuşoğlu’nun çok değerli ve örnek olması gereken kitabının önemi ortaya çıksın.  

Bipolar bozukluk, kişinin duygulanma enerjisi ve işlevlerinde değişikliklere neden olan bir rahatsızlık. Duygular ortamında aşırı uçlara giden dalgalanmalara neden olabiliyor. Ama, kişinin normal yaşamını tedavi altında, sürdürmesine engel değil.

Bipolar’ın belirtileri nelerdir? Uzun ve tıbbi terimler içindeki makaleler arasında boğulmak yerine, sözünü ettiğim kitabı okuyunuz.  Çünkü bu kitabın yazarı, Nasrettin Hoca’nın aradığı “damdan düşen” birisi. Uzaktan meval okumuyor. Yaşadıklarını, başına gelenleri çok akıcı bir üslup ve güzel yalın bir dille anlatıyor.

Betül Çavuşoğlu tanık ve yoldaş olduğu bipolar gerçeğini dile getirirken Mevlana’ca bir gerçekten hareket etmiş: “İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir.”

Sen, ben, o, siz, biz, onlar hasılı her birimiz, her biriniz bipolar gerçeğinin bir yerinde olmanıza rağmen onu göremiyorsak, bipolar yok demek değildir.

Betül Çavuşoğlu, gerçeğin odağındayken, mücadele ve kurtuluşun nasıl yapılacağını bilirken, susan ve göz kapayanlardan olmadı.

Türkiye’de, yaklaşık 2 milyonu aşkın bipolar bozukluk tanısı alan kişi bulunuyor. Tanı konulması için imkân bulamayanlar eklenirse, büyük rakamlara ulaşabilirsiniz.

Betül Çavuşoğlu diyor ki, “Yazmaya başladığım şey bir ruh karnavalının farklı yüzlerinin, o ruhun ait olduğu insana seneler içinde neler yaşattığıdır.

Karnaval benim için renk, cümbüş, heyecan, eğlence ve farklı bir dünya.  Kendimi ifade edebildiğim, yaşadıklarımı anlatan bir kelime.  Atlı karınca, palyaçolar, renkler, ışıklar, benim dünyama ait, işte bu kadar basit. … Benim için hayat zaman zaman rengarenk bir hal aldı. Fakat renk tonları değiştikçe hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anladım.”

Tasarımcı ve bir ressam olan Betül Çavuşoğlu’nun renklerin dünyası ile ilgisi var.  Anlatımında renk olgusu işlemesi doğal:

“Bizim varlığımız veya yokluğumuz aslında karnavaldaki renkler kadar parlaktır, biz donuklaştırmadıkça.  Renkler oradan oraya koşturur insana.  … Biz koştururken her rengi tek tek göremeyiz. Tıpkı hayat koşturmacasında bize ait olan bazı anları yakalayamadığımız gibi.

….

Benim zihnim sonsuzluktu. İki kutuplu bir sonsuzluk. Sonsuzluk iki karanlık uçla sınırlanmıştı. Zihnim artık özgür değildi. Çünkü sonsuzluk kaybolmuştu. Zihnimdeki düşünceler iki uçta gidip geliyordu. Ben de yıllarca düşüncelerin ortasında dengemi bulana dek iki uçta gidip gelecektim…”

Kendi oyun alanını yarattı. Hayalleri onu canlı tuttu. İnanıyordu. “Deneyin,” diyor.

Uzun yıllar hasta yaşadı. Yıllarca ne yaşadığını bilmedi. Ayakları sağlam yere basmadan yanlışlar yaptı. İlacı bıraktı, alternatif tıptan medet umduğu oldu. İlaçlara karşı fizyolojim dirençli olduğu için iyileşmedikçe doktor üstüne doktor değiştirdi.

Betül Çavuşoğlu, “Akıl hastalıklarından söz açmak için belki de önce aklı anlamak gerekir ve aklın yapı taşı düşünceyi,” diyor.

Yaşayan, gören. Bilen bir kimse olarak ekliyor: “Lütfen büyük resmi görelim, detaydaki karartıyı değil. Düşünce üstüne düşünüyordum ruhumu kurtarmak için. Zihnimi göğe yaslamıştım. Anlamam için geçmişti yirmi yıl. Ve bir gün bitti diyecektim. Hiç bitmeyeceğini bilmeden. Korkum zihnimdeydi. Zihnimdi dönen. Sonsuzluğa akan. İmkânsızdan vaz geçersem ben olamazdım. Sonra düşüncede kayboldum. Var oldum. Düşler vardı bana kendimi bulduran. Her biri birer yok oluş olan ruhumu aydınlatan.”

Başkasının uğradığı felaketin, ne kadar acı olduğunu, başımıza gelmeden anlayamıyoruz.  Olayları dışarıdan seyreden insanlar için her şey kolay ve önemsiz görünüyor. Oysa öyle değil.

Kitap içeriğinde Betül Çavuşoğlu’nu anlatan alıntılar bulunuyor. Hocası olan Bilkent Peyzaj Mimarisi ve Kentsel Taşarım Bölümü’nden Prof. Dr. Zühal Ulusoy, Betül’ün başarısını, rahatsızlığına karşı azmini, ailesi ve eşi sayesinde verdiği savaşı, resim sergisini övgü ile anlatıyor.

Klinik Psikolog Dr Nedret Öztan, Betül’ün her mücadeleden güçlenerek çıktığını, ondan birçok şey öğrendiğini belirtiyor. Başkaları da var.

Yorucu, azimli süreç içinde hep yanında olan annesi, babası, kardeşi ve her bakımda özveri timsali olan eşine, aile dostlarına Betül Çavuşoğlu’nun teşekkürleri var.

Yazımı bir şiiri ile bitireceğim. Dikkatli okunmalı ve yorumlanmalı diye düşünüyorum:

“Güneşin doğduğu yere gitmeliyim / Burası hala karanlık ve soğuk / Buzdan tabutlar zamanın efendisi / Ve yalnızlık / Nefes almak zor / Güneşin doğduğu yere gitmeliyim / Burada hala delilik var / Buz kesmiş parmaklıklar ardında / Ve uyuşmuş benlik / Uyanık olmak zor / Güneşin doğduğu yere gitmeliyim / Buralarda hala sessizlik  / Soğuk dağlar uğultusunda / Ve dilsizlik Konuşmak zor…