Bizim kahramanlarımız, bizim güzel ve onurlu insanlarımız hiçbir zaman anlatılmayacak. Ne dünyadan birileri ne de bizler tam olarak öğrenebileceğiz. Bir gazetenin bilmem kaçıncı sayfasında 60 yıl öncesinden bir hikaye gibi duracak hayatlar. Kulak arkası ettiğimiz masallar, aldırmadığımız gerçekler gibi  aklımızın derin ve hiçlikle yüklü karanlık dehlizlerinde bir süre başıboş sürüklenecek ve sonunda kendini bile anımsamayan bir anıya dönüşecek. Sonrası boşluk. Uçsuz bucaksız; saçma şarkıların, bağırtıların, televizyon seslerinin, araba kornalarının yankılandığı o sonsuz boşluk. 

Her sene olduğu gibi;  yani temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen sözde soykırım yalanının tekrarlandığı yine bir Nisan ayında binlerce insanı, binlerce Yahudi'yi Nazilerin zulmünden kurtarıp Türkiye'ye gönderen Behiç Erkin geldi aklıma.  Hadi bir not ekleyelim buraya; 1915-1920 yılları arasında yaşananları öğrenmek ve anlamak için Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucusu Ovannes Kaçaznuni'nin 1923 yılında Bükreş'te Taşnaksutyun Partisinin genel kurultayına sunduğu "Taşnak partisi'nin yapacağı bir şey yok" raporu okunmalı. 
Behiç Erkin bizzat İsmet İnönü tarafından büyükelçi olarak yollanıyor Fransa'ya. Öncesinde Çanakkale savaşları sırasında ikmali sağlıyor. Moda sözcüklerle Çanakkale'nin lojistikten sorumlu komutanı. Öyle başarılı oluyor ki bu görevinde Almanlar en yüksek dereceli madalyaları olan birinci derece demir haç madalyasıyla ödüllendiriyor. Mustafa Kemal'in isteğiyle Kurtuluş Savaşı sırasında da ikmal komutanı oluyor. Onca çaresizliğe rağmen Eskişehir'e kurduğu üs ile Türk Ordusunun asker, mühimmat, yiyecek ihtiyacını sağlıyor. Savaş sonrasında Devlet Demiryolları'nın kurucusu oluyor. Öyle çok seviyor ki demir yollarını ve trenleri ölünce bir makasa gömülmeyi istiyor. Ve bu isteği yerine getiriliyor, iki demiryolu makasının arasına gömülüyor.

2.Dünya Savaşı sırasında Fransa'da; "Ben Türk`üm, akrabalarım Türk topraklarında yaşıyorlar" cümlesini ezberleyen ve söyleyen her insana Türk pasaportu vererek binlercesini ölümden kurtarıyor. Toplama kampına yollanan insanları geri getirtiyor. Gerekçesi açık ve net, diyor ki Behiç Erkin; "Bu kanunları Türk Yahudilerine tatbik edemezsiniz. Çünkü benim ülkemde din, dil ırk ayrımı yoktur. Benim vatandaşlarımın belirli bir kısmına belirli zorunluluklar dayatmak bizim kanunlarımıza aykırıdır"

Toplama kampına giden bir trene Türk Pasaportu taşıyan insanların bindirildiği iddiası için istasyona gönderilen diplomatlar Necdet Kent (Coco Cola'nın CEO'su Muhtar Kent'in babası) ve Fatin Rüştü Zorlu Nazi askerleri insanları trenden indirmeyince iki diplomat da vagona atlar, kapılar kapanır ve ölüme yolculuk başlar. Durumu öğrenen Behiç Erkin Paris Gestapo komutanına giderek derhal trenin geri döndürülmesini ister. Gestapo generali bu cesareti nereden aldığını sorduğunda generalin masasına Almanların verdiği birinci derece demir haç madalyasını koyar bundan alıyorum der. Generalin madalyası üçüncü derecedir. Ayağındaki sakatlığa rağmen oturmayı kabul etmeyen ve saatlerce ayakta kalan iradenin karşısında Alman Gestapo generali geri adım atar ve ölüm kampına giden tren içindeki binlerce insanla geri döner. 

Daha sonra üzerinde Türk Bayrağı olan, diplomatik dokunulmazlığa sahip ''Büyükelçi'nin Trenleri'' yirmi bin insanı Türkiye'ye taşıyarak kurtarır. 
Nazilerin trenine binip, buradaki insanlar inmeden ben de inmem diyerek ölüm kampına yola çıkan ve sonunda binlerce insanı kurtaran Fatin Rüştü Zorlu 1961 yılında İmralı adasında  idam edilir.
Ekran çağındayız. Ekranlardan sizlere neler sunuluyorsa onlar hepimizin gerçeği oluyor. Schindler'in Listesi filmini bayıla bayıla seyrediyoruz. Amacım birilerini karşılaştırmak değil. Kendi açmazlarımızı konuşmak. 

Bu yazıda birbirinden muhteşem gerçek hayatlar var. Behiç Erkin ile ilgili muhteşem romanlar yazılıp; filmler çekilebilir. Fatin Rüştü Zorlu içinde aynı durum söz konusu. Onurlu, dirayetli, kendi canını hiçe sayan  kahramanlar yaratmış kültürümüz ama artık bir çaresizliğin, vasatlığın parçasıyız.
Aslında sizlere  anne koyun tarafından kabul edilmeyen, emzirilmeyen; kocaman bir sürü tarafından dışlanan, o sürünün peşinden bir başına ve çok yalnız bir biçimde yürüyen kuzuyu anlatacaktım. O amaçla oturmuştum bilgisayarın başına. Bambaşka bir yazı oldu. Ne diyelim; belki bir dahaki yazıya.