Dün geceden bu yana boş bir sayfaya bakıyorum. İçimde tarif edemediğim, ne olduğunu anlamadığım bir sıkıntıyla ulaştım sabaha. Aynı boş sayfanın karşısına oturup bakmaya devam ettim. Nasıl oldu bilmiyorum ama utandığımı fark ettim. İçimdeki o sıkıntının nedeniymiş utanmak.

Gündemdeki konuları sıraladım  kağıtların üstüne. Uzayıp gitti liste. Yazamadım. İçime ağır bir sıkıntı gelip oturdu. Sadece bizim ülkemizi değil; bütün dünyayı kasıp kavuran felaketlerin, salgınların, ekonomik krizlerin, savaşların, açlık ve yoksulluğun olduğu liste uzayıp gitti.  Önce anlamamıştım iç sıkıntımın nedenini. Birden yukarıda sıraladığım olumsuzlukları yazmak istemediğimi fark ettim. Yazmak istemiyor ama bu nedenle de suçluluk duyuyordum. Suçluluk duygusu da mutsuzluğu ve huzursuzluğu yaratıyor sanırım.

Bazen mutsuzluğun nedeni biraz önce yaşadığın mutluluk olabiliyormuş. Tarım alanında çalışmaya başlamamın dördüncü yılına girdim. Doğayı çok severdim ve artık tamamen içindeyim. Uzun süren soğuk ve karanlık günlerden sonra dün esen poyraz dindi. Güneş açtı. Zamanı gelmiş işler için tüm gün bahçelerdeydim. Elmamalar patlamak üzere, erikler meyve bağlamış, ekinler otuz kırk santim boy atmış, yeşil bir denizin içindeydim sanki. Çiçekten halılar üstünde yürüdüm. Belki de dünün en güzeli anı bahçe komşum bir ağabeyimle hemen olduğumuz yere, toprağın üstüne oturarak on dakika sohbet etmemizdi. O anda mutluluğun yanına sevinç de eklendi. Bir anda kendimi toprakla oynayan, toprakta yuvarlanan çocuklar gibi hissettim. Yer pis mi diye düşünmedim, üstüm kirlenir mi diye düşünmedim; attım kendimi toprağın üstüne. Şehirlerde oturmak için bin kuşkuyla yaklaştığımız, acaba temiz mi diye içimizden sorarak ve temiz olmasını dileyerek oturduğumuz banklar geldi aklıma. Yeniden özgür hissettim kendimi.

Hava karardı. Eve geldim. Yazmak için oturdum ve size yukarıda anlattıklarımı yaşadım. Geçirdiğim mutlu bir günden sonra içinizi açacak bir şeyler söylemek istedim ama yapamadım. Bunca sıkıntının içinde utanmışım bahardan, özgürlükten, çiçeklerden söz etmekten.

Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesinden sonraki görüntüleri izledim, insanların fırınlara, pastanelere saldırmasını, sıralarda çıkan kavgaları. Salgın hastalık nedeniyle insanların temasını azaltmak için uygulamaya konulan sokağa çıkma yasağı insanların korkularını tetikleyerek tam tersi bir etki yarattı. İnsanlar sokağa dökülüp ekmek kuyruklarında birbirlerine girdiler. Umarım bu salgın katlanarak artmaz.

Erkenden ve mutsuz uyandım. İnsanı içinde hissettiği ve nedenini bilmediği duygular hep korkutuyor. Yazmak ise aslında kendinle, duygularınla yüzleşmek. Soyutladığın, ötelediğin ne varsa kağıt üzerine yazıldığı anda somutlaşıyor. Gerçeğin oluyor. Kendinle yüzleşmeden gerçeğini bulamıyorsun. İlhan Berk’in dediği gibi; ressamlar mutlu şairler mutsuz. Çünkü yazmak farkına varmak, itiraf etmek. Söylediğin ne varsa söylendikten sonra ‘’derdin’’ oluyor.

Bizleri daha da zor günler bekliyor. Birçok ülke düşen üretim nedeniyle gıda dış satımını yasakladı. Herkes önce kendi vatandaşım doyacak diyor. Bir zamanlar kendi kendine yeten ülkemiz kıtlıkla karşı karşıya. Oysa üzerinde yaşadığımız bu bereketli topraklar binlerce yıl bereketinden ve zenginliğinden dolayı saldırıya uğramış. Şimdi bizler, yani bu kadim  topraklar üzerinde yaşayanlar kendi insanımızın yiyeceği kadar üretemiyoruz. Bu ülkenin çiftçisi kara sabanla bu ülkeyi doyuruyordu şimdi bizler onca modern tarım aletiyle açlığa ve yoksulluğa çare olamıyoruz.

Birazdan evden çıkarak bahçeye çalışmaya gideceğim. Biliyorum ki bu yazıyı yazdıktan sonra dün hissettiğim mutluluğu bir süre hissetmeyeceğim. Hissetsem de belki biraz buruk olacak. Galiba bu ülkenin insanları olarak bizleri mutlu edecek bir şeylere ihtiyacımız var. Yoksa bu umutsuzluk duygusu virüsten daha çok etkileyecek hepimizi.