Ülkemiz, içerde de dışarda da çok zor günler geçiriyor.

Özellikle Suriye ve Suriyelilerin getirdiği sorunlar her geçen gün artıyor.

Türkiye, Suriye’ye girse de dert, girmese de dert…

Son olarak Amerika, Türkiye’yi alenen tehdit etti.

Amerika’nın bu yaptığı ilk değil, muhtemelen de son olmayacak.

Ama ülke olarak bundan çok ders aldığımız söylenemez…

1990’lı yılların başında, Körfez Savaşında yine benzer bir durum vardı… Türkiye bir koyup üç alacaktı… Almaktan vazgeçtik, elimizdekini de verdik…

O tarihteki yanlış politikaların bedelini hâlâ ödüyoruz.

Şimdi de Suriye’deki bataklıktan çıkamıyoruz. Maalesef, bizi hiç de ilgilendirmeyen bir savaşın içinde bulduk kendimizi…

Şu an öyle hale geldi ki, dönsen dönemiyorsun, gitsen önün bataklık, başına ne geleceğini kestiremiyorsun…

Maalesef millet olarak ileriye dönük plan yapmayı, yarını düşünerek hareket etmeyi bilmiyoruz veya işimize gelmediği için umursamıyoruz…

Bugün ne kurtarırsak kârdır mantığıyla hareket ediyoruz.

Esad’ı devireceğiz diye yola çıkarken bugün başımıza ne gelebileceğinin hesabını hiç yapmadık.

Bugüne kadar bölücü terör örgütü PKK ile birlikte onlarca terör örgütünü besleyip büyüten Amerika ile yola çıkmanın maliyetini düşünmedik…

1990’lı yıllarda terörle çok zor şartlarda mücadele edilirken, PKK’lı teröristlere yiyecek ve silah veren Amerika idi…

Şimdi yeni uyanmış gibi Amerika, PKK’ya destek veriyor diye söyleniyoruz…

Amerika’nın ve de Rusya’nın PKK terör örgütü başta olmak üzere Türkiye’yi hedef alan tüm terör ve bölücü hareketlerine destek verdiklerini hesaplayarak hareket etseydik…

Bugün bu sorunların çok azını yaşıyor olacaktık…

Dış politikada söz geçirebilmek için de ekonomide dışa bağımlılığın asgari düzeyde olması ve her şeyden önce milli sermayenin güçlü ve yerli üretimin çok olması gerekir.

Ekonomide dışa bağımlılık fazla ise dış politikada bağırıp çağırmak çok fayda etmiyor.

ABD Başkanı, bir tweet ile ekonomimize zarar verebiliyorsa, bir yerlerde çok büyük hata yaptık ve yapıyoruz demektir…

*****

Atatürk’ten muhteşem tavır

Fransa’da çok meşhur bir sözlük vardır; Larousse…

Bu sözlükte bir kelime var; décapiter.

Bu kelime, 1931 yılındaki sözlükte; “boynunu vurmak” diye açıklanıyor.

Kelimenin bir başka anlamı daha var; “Kazığa oturtmak” yani sivri bir kazık hazırlamak ve kazığın bir ucu insanların ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.

Vahşi bir uygulama.

Burada, kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak için örnek veriliyor:

“Türkler, bugün bile esirlerini kazığa oturturlar.”

Atatürk, bunu öğrenince, Fransız Büyükelçisini yemeğe davet eder.

Elçi, diğer elçilere böbürleniyor, hava atıyor; Atatürk tarafından davet edildiği için.

Köşke geliyor, yemekler yeniyor.

Atatürk tabii bir şekilde, Fransız elçiye bu kelimenin anlamını soruyor.

O da bildiği anlamı söylüyor.

Atatürk; “Kelimenin başka bir anlamı var mı?” diye sorunca, Büyükelçi; “Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir” diyor.

Atatürk; daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse’u getirtip, büyükelçinin önüne koyduruyor.

Elçi, daha işin nereye kadar gideceğinin farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor.

Ancak kelimenin karşısında “kazığa oturtmak” konusunda verilen örnek cümleye gelince, ancak yarıya kadar okuyabiliyor. Yarısından sonra yutkunarak Atatürk’ün yüzüne bakıyor.

Atatürk diyor ki:

“Demek ki biz Türkler; bugün de esirlerimizi kazığa oturtuyoruz, öyle mi sayın Sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız, bu doğru mu?”

Elçi, hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki; “Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesinin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız.”

Atatürk; “Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul’daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum” diyor.

Bunu duyan büyükelçi, birden ayağa kalkıyor ve “Ekselans, protesto ederiz” diyor.

Bunun üzerine Atatürk; “Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz?” diyor ve ilgililere dönerek; “Sefire yolu gösterin” diyerek, onu kovuyor.

Sonra ne mi oluyor?

Tabii Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor, hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor...

*****

TEBESSÜM

Kim barbar?

Rahmetli Barış Manço, Fransa'da bir televizyon programına katılır. Her şey gayet güzel giderken, sunucu klasik Avrupalı edası ile “Siz Türkler barbarsınız” demeye getirir.

Bunun üzerine Barış Manço, sunucuya üzerinde para olup olmadığını sorar. Sunucu, cebinden birkaç banknot çıkartıp Barış Manço'ya uzatır: Barış Manço sorar:

- Şimdi bu paranın üzerindeki kim?

- General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta kahramanlık yapmıştır ve saire...

- Peki bu?

- Teğmen bilmem ne, böyle etmiştir, şöyle etmiştir.

Bunun üzerine Barış Manço, cebinden birkaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır:

- Bu Mevlana, ünlü Türk düşünürü… Bu Halit Refik Karay; ünlü bir Türk edebiyatçısı… Bu Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur. Şimdi siz söyleyin, kim barbar?

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Sen Türk olduğunu unutsan da, düşmanın asla unutmaz…

Ebulfez Elçibey