Kuşkusuz, Gorki'nin Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim'den oluşan üçlemesi, Rus dilinde yazılmış en güzel otobiyografilerden biri.  Çocukluğunda babasını yitirişini, taşındığı dedesinin evinde geçirdiği yılları anlatır.

Zeki Ömer Defne, çocukluğunu anlattığı şiirinin bir dörtlüğünde ““Durmuş enginlere doğru içimde, / ‘Gel! Gel!’ eder denizlere bir çocuk / Ve hep arada, bir hasret menzili, / Gelir, gelir.. gelir, gider bir ufuk.,” diyor.

Cevdet Kudret  gibi: “Ne oldu çocukluğum? /Köşelerinde nefes nefes koştuğum / Odalar? / Ortalarında tahta at koşturduğum / Geniş sofalar? / Sofalarda gizli yuvalarım, gizli yerlerim? Hani benim kurşun askerlerim? …” diye soruları sorulara ekleyenleriniz olmuştur. Ya da Mualla Tetik gibi “Gökyüzünü özlüyorum çocukluğumun, / Alabildiğince mavi, alabildiğince geniş. / Umutların coşkuyla birleştiği yerde; / Sonsuza uzanır tatlı bir düş.” diyerek düşler alemine dalabilirsiniz. Ama anılar hep mutlu, neşeli, şen; çocukluğunuz el bebek gül bebek, yediğiniz önünde, yemediğiniz arkanızda, cicili, bicili giysiler içinde görüntüleri yansıtmaz.

Cevat Çırak, 1965’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı Bulgaristan Eski Cuma Kasabası Muratlar köyünde doğdu. Bulgar mezaliminin mazlumlarından olan ailesi 1978 yılının Eylül ayında anavatanıTürkiyeye göç etti. O günleri yakından biliyor ve gazeteci olarak takip ediyordum. Gelen soydaşlarımızın trenden inişlerini yere kapanıp anavatanın toprağını öpüşlerini gözlerimden yaşlar akıtarak seyretmiştim. Cevat Çırak, eğitimini Türkiye’de sürdürdü. Ticarat hayatına ve yöneticilik hizmetlerine devam etti. Tarihe ve edebiyata meraklı, Atatürk`e hayran. Ama çocukluk yıllarını, çocukluk yıllarının acı tatlı günlerinin yaşandığı toprakları unutamıyor. Bir başka hüzün içeren özlemlerle dolup taşıyor. Kendini altın kafesteki bülbül gibi hissediyor.

Özlemlerini, anılarını “Balkanlarda Kalan Çocukluğum” adıyla kitaplaştırdı. Bulgaristan Türklerinin nasıl bir ateşten gömlek giydikleri, sıkıntılı zahmetli yolculuklarını bizlere anlatıyor. Bu yolculukta başlarından geçen ilginç, unutamaz, sıkıntılı olayları, tarihe not düşmek ve gelecek nesillere  miras bırakmak amacıyla yazmış. Diyor ki “…Yıllarca ruhumda zihnimde birikenlerden bende derin izler bırakan anılarımı kâğıda döktüm. Bilirsiniz ‘Söz uçar yazı kalır derler’ ben de çocuklarıma ve gelecek nesillerimize değerli bir miras olsun diye yola çıktım.”

Ne gerek var diye kimse düşünmesin.

"İnsan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır" ve "Unutkanlık insan halidir" anlamında kullanılan bir söz vardır: Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.

Asimilasyondan kaçan yüz binlerce Bulgaristan Türkü… Bulgar zindanlarından sınır kapısına getirilen Türk mahkumlar… Kapıkule'den ufka kadar uzanan araç kuyrukları… ve ufku dahi delip geçen yeni bir başlangıç hayali... 1960’lı, 1970’lı yıllardaki göçler ve 1989… Bir Jivkov adını kaçımız hatırlıyor. Gerekli derslerin alınabilmesi için hatırlanmalı ve Cevat Çırak gibi o günlerin tanıkları, tanıklıklarını yazmalı, diye düşünüyorum.

Okudukça kimileri “evet bizde benzer sıkıntıları acıları yaşadık, diyebilmeli.

“Balkanlarda kalan Çocukluğum”  ana vatana göç eden Bulgaristan Türklerinin  yolculuklarını 13 yaşlarındaki bir çocuğun gözünden yansıtıyor. Kitap üç bölümden oluşmuş: Hikayeler, şiirler ve günlük yazıları…

Cevat Çırak önceleri kendi köyü olan Bulgaristan Eski Cuma Muratlar köyü ve sonrasında Türkiye'deki yaşadıklarını anlatmayı amaçlamış. Ancak yazdıkça, çerçeveyi genişleterek hedef kitleyi büyütmüş. Şöyle yazıyor: “Neden bu yol çıktım derseniz, cevabı çok basit, Kaşgarlı Mahmut Divan-ü Lugati't Türk adlı eserinde şöyle der: ’Soyunu bilmeyen nesilden, güçlü bir gelecek inşa etmesini beklemek hüsran olur.’ İşte bu kutsal amaca kısmen de olsa katkı sunabildiysem ne mutlu bana.”

Balkanlarda Kalan Çocukluğum, duygu dolu bir içeriğe, şiirin kanatlarında gözlemler içeriyor. Birkaç dize alıntı yaparak sizleri duygu selinin kıyısına getireyim:

“ Tam kırk yıl önce, / Deli Orman eteklerinde sakin bir köyde / Ilık bir Eylül gününde / tahtadan yapılmış kasaların içine... / Önce bahçemizdeki konserve edilmiş sebze ve meyvelerimizi yükledik / Maalesef o sebze ve meyvelerin yetiştiği toprakları alamadık yanımıza / Tahta kasalara sığdıramadık atalarımızın bize bıraktığı mirası. / Devam ettik yüklemeye, / köy kokulu kıyafetlerimizi toprak kokan yatak yorganımızı yerleştirdik Tarlamızı kazdığımız çapamızı küreğimizi keserimizi de unutmadık / itinayla yerleştirdik, zaten başka ne alabilirdik ki yanımıza ...”