Büyük bir heves ve heyecanla başladım arıcılığa. Kendi balımı üretmek istedim. Bu yaşıma kadar dışardan aldığım ve hiçbir zaman katışıksız ve hilesiz olduğundan emin olamadığım bal yerine; kendi ürettiğim balı tüketmek istedim. Son dönemde doğaya dönmenin birçok insanın ütopyası olduğunu biliyorum. Galiba ben şanslı insanlardan biriyim ve bu ütopyamı gerçekleştirdim. Burada öğrendiklerimi, deneyimlediklerimi belki birilerinin işine yarar diye paylaşmaya çalışıyorum.
Öncelikle balın kalitesi nasıl belirleniyor anlatmak isterim. Balın kalitesi içerdiği ''prolin'' değeriyle belirleniyor. Prolin değeri ne kadar yüksek ise bal o denli kaliteli kabul ediliyor. Görsel medyanın yaygınlaşması ve sahtecilik olaylarının artmasıyla bakanlık 180 olan prolin değerini 300'e çıkardı. Kısacası 300 proline ulaşmayan ballar artık bal olarak kabul edilmiyor.
İlaç olarak görülen Anzer balının prolin değeri 1300-1350 aralığında. Yapılan analizler sonucunda Kaz Dağları balının 1500-1550 prolin olduğu belirlendi. Bu durum Kaz Dağlarının bitki çeşitliliğinden kaynaklanıyor. Kaz Dağlarında 800 çeşit bitki yetişiyor, bunlardan 77'si endemik; 32 ikisi sadece Kaz Dağlarında yetişen bitki. Kaz Dağları'nın bulunduğu alan üç iklim tipinin kesiştiği yer. Marmara, Eğe ve Sibirya. Böyle bir geçiş noktasında olmasından dolayı bu coğrafya dünya üzerindeki en özgün yerlerden biri. Ne pahasına olursa olsun korumamız gereken bir coğrafya.
Prolin bir aminoasit. Aminoasitler proteinlerin yapı taşı. Bilinen 20 aminoasitten 15'i balda bulunuyor ancak bunlardan en önemlisi ve en çok bulunanı prolin. Kemik, kıkırdak, eklem, tendon ve kalp kasını güçlendiriyor. Balın rengi koyulaştıkça içerdiği aminoasit, şeker, demir, bakır ve mangenez bileşiklerinin miktarı da artıyor. Dünya üzerinde bozulmadan kalan tek gıda maddesi bal. Bozulmama durumu balın antiseptik ve antibakteriyal özellik taşımasından kaynaklanıyor. Bu özellikleri öyle güçlü ki çok uzun yıllar boyunca kılıç yaraları  balla sarılıp iyileştiriliyor. Bal; arılar tarafından üretilen ve iyileştirme özelliği olan bir gıda. Doğal ve yan etkisi olmayan bir ilaç. Sürekli tüketildiğinde birçok hastalığı başlamadan önlüyor.
Arıların ve balın mucizesi sadece bunlarla kalmıyor. Propolis arıların kovanlarını dezenfekte etmek, korumak amaçlı ürettikleri koyu renkli bir sıvı. Dışarıdan gelen en ufak toz tanesini kovanı korumak amacıyla propolis ile sarıyorlar. Propolis antioksidan ve antibakteriyal bir madde. Son dönemde yapılan araştırmalarda kanser türlerinin birçoğunun tedavisinde de etkin olduğu bulundu.
Apiterapi bal, arılar ve yan ürünleriyle destekleyici tedavi demek. Apiterapi dünyada hızla yayılan bir yöntem. Astım ve koah hastalarına arı kovanlarına monte edilmiş solunum düzeneğiyle kovan içindeki hava teneffüs ettiriliyor. Bu yöntemin destekleyici tedavi anlamında çok ama çok etkili olduğu artık biliniyor. Bu konuda başka bir yöntemde küçücük ahşap odalar, o odaların altına yerleştirilen kovanların havalandırma kısımları oda içine açılıyor ve insanlar o odalarda uyuyor. Arı kovanının içindeki havayı solumanın insan sağlığına katkısı inanılmaz.
Arı giysimi giyip ilk kez bir kovanı açıp içini gördüğümde duyduğum heyecanı anlatmam mümkün değil. Bir sene sonra oğul vermiş arıları avuçlarımla kovana doldurduğum anda aynı heyecanı duydum. Sanki avuçlarımda canlı, kıpırdayan ipek bir kumaş vardı. O gün ilk kez avucumdaki arıları bir kediyi, köpeği, kuşu, kuzuyu sever gibi sevdim. 
Normal zamanlarda kovanları kontrol ederken yada bal alırken arılar eğer sert bir hareket yapmazsanız; örneğin elinizdeki çıtayı düşürmek gibi çok saldırmıyor hatta neredeyse hiç saldırmıyorlar. Ama yavru zamanı açtığınız zaman kovanı yandınız. 80-100 kadar arı etrafınızda dönerek sizi uzaklaştırmaya çalışıyor yavrularını korumak için. Tıpkı diğer canlılar gibi. Korunaklı giysinizin içinde bile büyük bir tedirginlik yaşıyorsunuz. Arılar saldırmaya devam ediyor. Eldivenlerinizin üzerinde bir sürü iğne kalıyor. Mutlaka iğnenin geçebileceği bir yer bulup sokuyorlar, bir kez sokulduğunuzda diğerleri de aynı yere saldırıyor. Canım yanıyor ama hiç kızmıyorum arılara. Her seferinde ''Canınız sağ olsun'' diyorum; öleceklerini bilerek.