419 yıl geriye gidip, Divan edebiyatımızın en büyük şairlerinden Baki’den söz edeceğim. Bahar mevsiminin başlarında önce bir sonbahar gazelini sunayım,

Nam u nişane kalmadı fasl-ı bahardan / Düştü çemende berg-i diraht itibârdan

Eşçâr-ı bağ hırka-ı tecride girdiler / Bâd-ı hazan çemende el aldı  çenardan

Her yaneden ayağına altun akup gelür / Eşcâr-ı bağ himmet umar cûyibardan

Sahn-ı cemende durma salunup sabâ ile  / Âzadedir nihâl bugün berg ü bârdan

Bâkî cemende hayli pirişan imiş varak / Benzer ki bir şikâyeti var rûzigardan..

Varsın yapraklar rüzgârından perişan olup şikayette bulunsunlar. Biz Bakî’den haber verelim: Fakir bir müzzininin oğlu olarak 1526’da İstanbul’da doğdu  Çocukluğunda “siraç” kandil temizleyiciği yaptı. Baş döndürücü hızla giçen bir ömür… Okuma aşkı... Zatî’nin dostluğu.. Edirne, Mekke, Medine kadılıkları...  Şairlik gücünü, din dışı kaside ve gazellerinde gözterdi. Çağdaşlarından zevkinin inceliği, kültürünün üstünlüğü ile yaşarken “Sultan üş şuara” kabul edildi. Kanunî mersiyesi, yer yer içli ve heybetli bir ahengiyle ünlüydü:

Bu mersiyeden bir beyit aktarayım da, okurken, Kanuni’nin ordusunun mehteranını kös ve hareket seslerini duyumsamaya çalışınız:

“.Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng

 Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng…”

Baki taşradaki kadılıklarında sürgün hayatı yaşıyordu. 1581'de İstanbul'a döndü. 1584'te İstanbul Kadısı oldu. 1591'de Rumeli Kazaskerliği görevine getirildi. Şeyhülislam olmak istiyordu ama bu görevi elde edemeden 1600’de vefat etti.

Zevke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoş sohbet ve hırslı bir kişiliği vardı. Nükteci ve dedikoducu yapısı yüzünden zaman zaman döneminin önde gelenlerini darıltıp zor durumlara da düştü. Hicviyeleri ile ünlende.  Özel yaşamındaki özgürlüğüne ve sınırsızlığına rağmen kadılık görevlerinde adalete düşkünlüğü ile dikkat çekti. Mesnevi yazmadı. Başarılı kasideleri de olmasına rağmen gazel şairi olarak tanındı. Dünyanın geçiciliğinden yakınan, okurları aşk ve şarabın tadını çıkarmaya çağıran gazelleriyle ünlendi.

“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal /  Bâki kalan bu kubbede bir hos sadâ imiş…” (Avazını, alemde Davut gibi güzel ve etkili sesinle duyur. Bu kubbede ebedî kalan bir hoş ses imiş. - Bâki şairin mahlası olduğu için, bu mısrada hüsn-i tahallus vardır.)

Baki, şiir diline yeni bir düzen ve akıcılık getirirken şiir geleneğinden de kopmadı  Son şiirinden birkaç beyit ve parantez içinde günümüz Türkçesi ile karşılığını vermek istiyorum:

“Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var  / Yakında adem dirler bir şehre azîmet var ”

(Dünyanın süslerinden el çekmeye niyetim var . Yakında yokluk derler bir şehre seyahatim var.)


Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım / Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var

(Uçtu gitti bu göklerden inleyen gönül kuşum. Fırsat bulamaz oldum yolculuk kederim var.)

Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz / Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var.

(İçse bir aşık -ta kıyamete kadar ayılmaz. Feleğin meclisinde -bilmem kadehinde ne haller var.)

Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde / Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var

(Bu haller ile ey gönül sağ olmaktansa alemde, dilberlerin gam derdinden ölmekte incelik var.)