Seçim atmosferindeyiz. Yerel yöneticilerimizi seçeceğiz. Elbette adaylar seçmenlere ulaşıp kendilerini anlatacaklar, vaatlerini sıralayacaklar. Bizler aklımızın, izanımızın yettiğince, gözümüzün gördüğünce vicdanımızın erdiğince kıyaslayıp tercihimizi bir adaydan yana koyacağız. Bu seçim parti liderlerinin seçimi değil. Gelin görün ki, zillet, illet, çamur yakıştırmaları hafif kalıyor. Katıksız vatan haini ithamları ağızların sakızı olmuş. Vatan, millet, din, iman, beka, meka, keka sözleri bir anlam taşımamaya başladı. İçimize sinmese de politikacıların bu davranışının ayıbını, sevabını onlara bırakıyorum.  Ama, meslektaşlarımın goygoya düşmesine üzülüyorum. 

Gazeteci Yazar arkadaşlarımdan Kerim Evren geçenlerde çoğu meslektaşlarımızın hisse alması gereken bir anekdot paylaştı. Fransa'dan örnek veriyordu. Onu naklettikten sonra ben kendi tarihimizden örnek vereceğim.   
Fransa'da iki yüz yıl önce yayımlanan "Le Moniteur Universal" gazetesi, Kral 18'inci Louis'ye övgüde sınır tanımıyordu. Gazeteye göre, "Fransa halkı, Kral'ı için canını vermeye her an hazır"dı.
O sırada sürgünde olan saray muhalifi Napolyon Bonaparte ise yine bu gazeteye göre, "Fransa düşmanı bir hain"di.
 Napolyon 1815 yılında, tutuklu bulunduğu hapishaneden firar etti. Taraftarlarıyla birlikte tahtı çatışmasız, kolayca ele geçirdi. 18'inci Louis kaçtı. Kral'ın tebaasından, onun için canını ortaya koyan bir tek kişi bile çıkmadı. 
Aynı "Le Moniteur Universal" gazetesi, ertesi gün şu manşetle yayımlandı:
 "Fransa, sevinç gözyaşları içinde kahramanı Napolyon'un dönüşünü kutluyor."
 Çuvaldızı ele, iğneyi kendimize batıralım.  Bu da yüz yıl ötesi ve kendi tarihimizden: 
1919, 1920, 1921 yıllarında bir tarafta İstanbul ve Anadolu'nun muhalif basını, diğer tarafta Kuva-yi Milliyeci gazeteler vardı. 
16 Mart 1920'de İstanbul Meclisi'nin basılıp Milli Mücadele'yi destekleyenlerin Malta'ya sürülmesine kadar geçen sürede Kuva-yi Milliye karşıtı gazetelerin mesajları kademe kademe şiddetlendi. 

Yukarıdaki bölümlerde sözü edildiği gibi Alemdar, Peyam, Peyam-ı Sabah, Ferda (Adana) gibi gazeteler, Refik Halid (Karay),  Refi Cevad (Ulunay), Mümtaz (Göztepe) gibi yazarlar, Anadolu'da başlatılan Milli Mücadele'ye karşı çıkıyor, adeta mücadelecilerle alay ediyorlardı. Kurtuluş Savaşı'nın komutanlarına ağır hakaretlerde bulunuyorlardı. 
Kimi Amerika mı, İngiliz mi mandası tartışması yaparken, kimi Mustafa Kemal'i deli olmakla niteliyordu. Kuva-yi Milliye'yi yüz kızartıcı buluyor, çete ve eşkıya olmakla suçluyordu. "Niçin sulh balından yemek varken, savaş sirkesi içelim?" diye soruyorlardı. Sivas Kongresi'nin ardından Peyam gazetesi Mustafa Kemal'i dağ keçisine benzetiyor ve soruyordu: "Anadolu'nun halim selim halkını ne için azdırdın?  Ne yersiniz" adam eti mi? Ne içersiniz, insan kanı mı?"
Refik Halit, Atatürk'e ve Milli Mücadele'ye saldırmaya devam ediyordu. 3 Ocak 1920'de Alemdar'daki yazısında "Lenin gitmiş yerine Girinin gelmiş. Bizde de Cemal'in yerine Kemal geldi" diyordu.  
Misak-ı Milli'yle şöyle alay ediyordu: "Yeni bir yavru daha: Milli Misak. Aman Allah'ım ne çirkin, ne gayri milli bir kelime... Fırıldak, kaşkariko, dalavere..."  
Ankara ordularının 1921 yılındaki başarıları da muhalif basının temel düşüncesini değiştirmiyordu. Onlara göre Millî Mücadeleciler eşkıyaydı. Neler yazmıyorlardı ki: 
"Eşkıyaların kodamanları sustu, finoları da alınlarındaki koca 
koca lekeleri unutuyorlar." 
"Anadolu'da Celaliler gibi türeyen sergerdelerin kuvveti zavallı milleti kana ve ateşe boğuyor. Bir şaki çetesi her türlü rezaleti yapıyor."
"Kuva-yi gayrı milliyenin, milletin sinesinden kopan lanet ve nefret sesine en yiğitçe tercüman olanların başında gelen Anzavur karşısındaki hezimeti.." 
"Anadolu köylüsünün canından başka malını da gasp eden serkeşler."
"Muazzam bir devlet ve millet beş on tane dinsiz ve vatansız çapulcunun yoluna feda edildi." 
"Yunanlılara karşı çıkmak İtilaf devletlerine karşı çıkmaktır."
"Yunan hükümetinin Müslüman halka karşı iyi niyet beslemekte olduğunu Avrupa huzurunda ispat etmeğe çalıştığı bir zamanda bizim kendi milliyetçilerimiz Anadolu Müslümanlarının mal ve canlarına her gün el uzatmaktadırlar." 
"Harekâtı Milliye ısırgan otudur." 
"Bizim için tek kurtuluş yolu büyük devletlerle sadakat dairesinde uyuşmaktır." 
"Kuva-yi Milliye'nin serseri başısı (M. Kemal) Ankara'yı Fransız metresinin yönetimine bıraktı." ....
Dehasını yazayım mı? Hayır. Yazımın başlığını buraya yazmakla yetineyim: "BAKACAĞIN YÜZE, UTANACAĞIN SÖZ SÖYLEME!"