"Bahar denilince, Orhan Veli'yi anmamak ve 'Beni bu güzel havalar mahvetti' dememek mümkün mü? O da gelecek yazımıza" demiştim. Anlatıyı "Pehlivan Tefrikası"na dönüştürmenin, ya da baharın astroloji alanındaki değişimlerinden ve bunların canlılara etkilerinden söz etmenin gereği yok. Hem bir makaleye sığmayacak duyguların tanımını, Orhan Veli şu dizelerle yapmıyor mu?

"Beni bu güzel havalar mahvetti.
Böyle havada istifa ettim
Evkaf'taki memuriyetimden
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmek tuz götürmeyi,
Böyle havalarda unuttum.
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti."

Edebiyatımızda en güzel bahar şiirlerinden birini  Mustafa Necati Karaer yazmış. Her okuyuşumda kalbim güm güm atar: 

Yine getirdiğin yeşil bir sis
Bahar of, bahar
Ellerim bilekten kesilmiş,
Ben sizi tutamam artık
DALLAR, OF DALLAR
 
Upuzun telgraf direklerine
Kuşlar konar, kuşlar kalkar,
Bir daha gelmeyecek günlerin akşamında
Unuttuğum şarkılar sendedir
RÜZGAR, OF RÜZGAR
 
Ne ebemkuşağının turuncusu,
Ne akşam eve geç kalma korkusu
Şimdi kulaklarımda yalnız o derenin sesi var,
Bir de karanlıklar boyunca saçların
UZAR, OF UZAR
Mevsimler eskir, yolar kısalır,
 
Zamanla güzelleşir hatıralar,
İllk sevgim, ilk şiirim, ilk kaderim
Ben eski gözlerimi isterim
YILLAR , OF YILLAR
 
Her şey öylesine başkalaşmış
Masmavi olsa da gökyüzü,
Bu eller bile benim ellerim değil;
Bir daha sevmek ihtimali olmasa
VAR, OF VAR...

İstanbul'un. Bu fasl-ı baharda gezmeye ne dersiniz? Gezinirken, muhayyilenizde, bir şarkıyı var sayabilirsiniz. "İstanbul'u artık hiç sevmiyorum," diyorsa o şarkı, inanmayınız. Mümkün mü İstanbul'u sevmemek.  Bu olsa olsa, şairin eski sevgilisine bir sitemi, bir nazı, bir işvesidir. 

İstanbul... Üçbin yıla yaklaşan görkemli tarihi boyunca, 123 hükümdara  taht şehri olmuş,  ebedi ve ezeli güzeller güzeli.  İstanbul... Yüzyıllar boyu, binlerce sanatçının anlata anlata bitiremediği, bir şiir, bir musikî, bir sevgili, bir yâr.

İstanbul... Her karış toprağında; doğanın eşsiz güzelliğiyle tarih zenginliğinin kaynaştığı diyar. İstanbul... "Yek sengine cümle Acem mülkü fedadır" diyen şair Nedim'in İstanbul'u. İstanbul... Aziz İstanbul...

Büyük Şair Yahya Kemal , "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer" diye tanımlıyor. Evet . "Sade bir semtini bile sevmek..."

Etrafı okşuyor mayısın tâze rüzgârı;

Karşımda köhne Üsküdar'ın dost ışıkları...

Guruba yakın bir zamanda, Baharla yazın öpüştüğü bu günlerde, Eminönü'nden kalkan bir vapura bininiz ve Üsküdar'a doğru ilerlerken bu semte bakınız.  Camlardan yansıyan sarı ile kızılın bin bir tonu karşısında heyecanlanacaksınız ve Bizanslılar'ın Üsküdar'a "Altın Şehir" demelerine hak vereceksiniz.

Yahya Kemal de, "Hayal Şehir" demiş Üsküdar'a: 

"Mest olup içtiği altın şarabın zevkinden,
Elde bir kırmızı kaseyle ufuktan çekilen,"

İçerilere doğru ilerleyelim. Mithat Cemal Kuntay bir şiirinde, Göksu için, "Burda sahil mütefekkirdir, ufuk şairdir" diyor. 

Faruk Nafiz Çamlıbel'in dizelerinden bir başka güzellik yansımakta:
"Gönlüm ne zaman Göksu'da isterse dolaşmak,
Kaplar, hemen etrafı hâyalimdeki bahçe;
Akşam, görünür güller uzaktan bana yaşmak,
Hülyalı söğüt dalları maşlahla ferace..."

Göksu: Boğaziçinin eski kimliğini koruyabilmiş ender köşelerinden biri. Hani şiirlere, şarkılara girmiş olan Göksu....

"Gidelim Göksu'ya bir âlem-i ab eyleyelim
Ol kadehkâr güzeli yâr olarak peyleyelim"

Bir yanda renk renk feraceleri içinde yaşmaklı, ince beyaz şemsiyeli bir dilber, öte yanda ünlü bestekâr Mustafa Çavuş:

Küçüksuda gördüm seni / Gözlerinden bildim seni / Ne kadar cefa edersen / Gönül ayrılmıyor senden."

Hasılı  İstanbul'da hayatın kendisi şiir değil mi?